Gülümsemek mi dediniz?
Geçenlerde çocukluk ve ilk genç yıllarımdan beri çok sevdiğim bir arkadaşıma dostuma yıllar sonra rastladım.
Öyle mutlu oldum ki…
Ancak bu kadar olabilir.
Ben kadim kent Diyarbakır'ın bir semtinde hala yaşamımı sürerken, sevgili arkadaşım Avrupa'nın bir şehrinde hayatını düzene bırakmış.
Ben Surlarla çevrili bu şehrin bağrında kalemimle bir nevi kadınlara model olmak isterken, şiirlerimi, öykülerimi okurlarıma aktarmak isterken o arkadaşım dosttum Avrupa'da şiir kitaplarını okurlarına sunmuş.
Bu nasıl bir dil diye düşünürken, kadim kentin kadim insanlarının o bağrı yanık, gözü yaşlı anaların evlatları olarak hepimiz farklı yerlerde savrulmuş yaşıyoruz.
Nefes alıyoruz.
Buram buram geçmişin izlerini, memleket özlemiyle harmanlayıp okurlarımızın takdirlerine bırakıyoruz.
Dedim ya sizlere eski bir arkadaşımın, eski bir dostumun, eski bir gönüldaşımın yıllar sonra karşılaşmamızdaki izlerin derinliğinde bu yazımı sizlerle paylaşacağım.
Ahh yıllar.
Sevgili arkadaşımla yıllar sonra hasbelkader karşılaşınca hem ordan burdan konuşup, birbirimizle geçmişi yad ediyoruz.
Hem de ailelerimizi sorup o sur içinde yaşayan nezih, temiz, pırlanta gibi ailelerimizin hatırlarını bir bir anıyoruz.
Rahmetli babalarımızın dükkanların önünde kürsü atıp sohbetlerini anlatıp, ikimizde birbirimizin babasına rahmet diliyoruz.
Dedim ya eski gönüldaşlarız biz.
Yüreğimiz yıllar sonra birbirimizi bulmanın sevinciyle dolu.
Konuşacak çok şey var ama, ayaküstü olmaz ki bunlar
Bir yerlerde oturmak gerek, o kırk yılın hatırını içimize çekerek kahvelerimizi yudumlamak gerek.
Ama biz bu pandemi virüsünün şehre saldığı korkuyla sadece biraz da uzun olsa bile ayakta eski günleri yad ediyoruz.
Bir çırpıda o elleri öpülecek annesinin de telefon numarasını istiyorum.
Sohbetimizin tam sonuna gelmişken gönüldaşım diyor ki .
Nesrin sen eskiden okuldayken de mahalledeyken de çok asık suratlıydın.
Hiç gülmezdin.
Bu nasıl bir değişim böyle yıllar senin yüzünde çizgiler bırakırken hafif bir tebessümü de yerleştirmiş.
O asi o asık suratlı Nesrin gitmiş yerine yıllara meydan okuyan güçlü, huzurlu, kendisiyle barışık bir Nesrin gelmiş diyor.
Evet dostlarım eskilere dalıyoruz.
Bu sadece benim durumum değil di biliyorum. Benim yaşıtlarımla beraber bu şehirde yaşayan tüm kızlarımızın kadınlarımızın yaşadıkları birebir geleneklerdi
Törelerdi.
Yaşamın kısır döngüsü içinde "el" ve "el alemin" hep var olduğu gözlerle izlenilen, dilleriyle iğneleyen yaşantılarımızda aslında sıradan gözüken, ama derinlere inildikçe namus kaygısını gözler önüne seren davranış, söz ve dayatmanın birleşen üçlüsüydü.
Bende ve benimle beraber yaşayan aynı jenerasyonumdaki tüm kızlarımızın kaşları çatıktı.
Onun için bizim nesil gülmeyi çok bilmezdi.
O kadar çok bastırılmışlık vardı ki, gülme eylemi bizde mutluluk belirtisi değildi.
Sadece hafiflik ve hafifmeşreplikti.
Bazen eski fotolarıma bakınca, hep kaşlarımın çatık, yüzümün de asık olduğunu görüyorum.
Hele ki okulda çekilmiş bir fotoğraf ise ve yanımızda öğretmenlerimiz ve erkek arkadaşlarımız da o fotoğraf karesinde yer alıyorsa mümkünatı yoktur bizler deklanşöre basılmadan önce pozlarımızı veremezdik.
Çünkü çekilen o fotoğraf karesini daha sonra almak için ailelerimizden harçlığımızın dışında ek bir para isteyecektik.
O isteyeceğimiz ek paranın da okulda çekilen fotoğrafın olduğunu söyleyecektik.
Sonra sırasıyla fotoğraf çıkınca alacak eve getirecek ilk olarak bu çektiğimiz fotoğrafı annemize gösterecektik.
Annemiz bakacak analiz edecek tepkisini bize bildirecek ve biz sadece susarak bekleyecektik.
Olur ya diyelim bu fotoğraf karesinde eğer gülmüşsek ya da bir erkek arkadaşımızın yanında durmuşsak annemiz kıyamet koparır, bizi bozar, bir sürü nasihat eder en sonunda da:
”-Ben size böyle mi terbiye vermişim?” diye sözlerini bitirirdi.
Akşam babamız eve gelirse, eğer o fotoğraf karesinde kendince yanlış bir şey yok ise fotoğrafı göstermemizi söyler, yok eğer bizim o fotoğraf karesindeki pozumuz ağır bir durumda değilse kaş göz eder fotoğrafı saklamamızı isterdi.
Sevgili Dostlarım demem o ki bizim jenerasyon tam bir baskı altındaydı.
Şimdi ki jenerasyon asla bu baskıyı bilemez hatta bu kadar baskı altındayken; nasıl güçlü, kültürlü, bilgili, donanımlı, okumaya düşkün, eğitime düşkün nesiller olduğumuzu da anlayamazdı.
Belki bundan dolayıdır, benim jenerasyonum şimdi gülmeyi daha iyi biliyordur.
Gülmenin hayata bir başkaldırı olduğunu bilerek hayatımızda hep duyduğumuz "el" ve "elalem" kelimelerinin aslında kendilerimiz olduğunu bilerek eylemimizde sınır tanımadan yüreğimizin derinliklerinden gülüyoruz
Çünkü gülmek bir eylemdir.
Vücut nasıl ağlarken rahatlıyorsa, gülerken kahkalarını atarken de ruhun açılmaya rahatlamaya ihtiyacı vardır.
Belki ondandır bizim nesil kahkalarını öyle şuh bir şekilde atmazlar.
Sessiz ve derinden hatta utanarak veya ağızlarını kapatarak farklı bir kahkaha çeşidiyle gülerler.
Bizim annelerimizin ve babalarımızın kullandığı ve her dışarıya çıktığımızda yenilediği bir cümleydi.
"-Sakın ola yolda gülmiyesiz, ayıptır haaa kızlar ele gülmez.
Ağır taş batman gelir."
Der ve bizim evden çıkmamıza müsaade ederlerdi.
Sahi ya benim jenerasyonumdaki sevgili dostlarım bizler işte böyle hep ağır olduk.
Gülmeyi çok geç öğrendik.
Kendimizi, duygularımızın yüceliğini çok geç de olsa yıllar sonra ifade etmeyi öğrendik.
Gülemedik...
Doyasıya ağlayamadık.
Yüreğimiz kan ağlarken bile en yakınımıza anlatamadık.
Ayıp denen katı bir geleneğin çarkında sessizce öğütüldük.
Ağlamak, gülmek, koşmak ayıp denilince yarınların aydınlığında yolumuzu bulmak için kitaplara sarıldık.
Okuduk...
Okuduk.
Okudukça dünyamızı genişlettik.
Aslında insan olabilmenin en önemli olan beş duyusundan birinin karanlıklara karşı gülmek olduğunu yıllar sonra geçte olsa öğrendik.
Coğrafyamdaki, yurdumdaki, dünyadaki kadın cinayetlerini, çocuk tecavüzlerini, tacizleri, açlığı, yoksulluğu, hastalıkları gördükçe gözlerimizden akan yaşlarımızı silerken, yüreğimizin akışını dile getirdiğimiz kadınların özgür ve mutlu olduğu bir dünyaya gülümsüyoruz.
Gülümseyiniz.
Gülmek kadınlarda bir devrimdir