Gülen insanları severim. Gülme, insani bir duygudur. İnsanı, geçici de olsa dertten, kederden uzaklaştırır.
Hele güzel bir kadının gülüşü, alır erkeğin derdini, kederini, hayaller âlemine götürür onu.
Ne derdi kalır ne de gamı, kederi. Ama kimi erkekler bilmez bunun kıymetini. O da ayrı bir dert, ayrı bir cehalet.
Anlı şanlı muhafazakârımız, kadınlarımızın sokakta gülüşünü boşuna yasaklamaya kalkışmadı.
Özlemini duyduğumuz hayat, bir çocuğun gülüşü gibi duru, temiz; bir kadının gülüşü gibi şen şakrak, hayat dolu olmalı derim.
Sesinizi duyar gibiyim.
"Nerede hocam, nerede o hayat? Ara ki bulasın!..."
Derim ki: yaratacaksınız, yaratacağız.
Unutma: Gülmek, sağlıklı bir eylemdir. İnsanı yaşama bağlar. Yaşamımıza anlam katar.
Bırakın karamsar, asık suratlı olmayı. Gülün ağız dolusu kahkaha atarcasına, düşmana inat.
Özlemini duyduğumuz hayat mutlu olmak için değil mi? O zaman diz çökmek, ağlayıp sızlanmak, kendimizi acındırmak yok. Mücadele edeceğiz, çalışacağız, emek sarf edeceğiz ve karşımıza dikilen olumsuzluklara rağmen inadına güleceğiz.
Dileğim emeği alınteri ile yaşayan, yaratıcı erdemli insanların gülüşü eksik olmasın!
Geçenlerde, bir televizyon kanalında İstanbul Gülhane Parkı'nın tarihçesini anlatan bir program izledim.
Programı izlerken 1980'lere gittim. 12 Eylül'e, arandığım, kaçak olduğum günlere, yıllara.
Tarihi mekânlara gider, İstanbul'u tanımaya, öğrenmeye, anlamaya çalışırdım. Açık havada yürüyerek gezerdim. Bir gün, Sultan Ahmet'ten Gülhane Parkı'na indim.
O dönem Gülhane Parkı bakımsızdı. Kafamda binbir düşünce, gelecekle ilgili kaygılar, aranmanın korkusu ve partim TKP'nin durumu; diğer yandan bu mekândaki tarihi yaşanmışlıkları hayal edip düşünüyorum.
Mustafa Reşid Paşa, başında fesi ile Osmanlı saray erkânının giydiği kıyafetle Tanzimat Fermanı'nı okuyor.
Olumlu ve olumsuzluk iç içe.
Hayat da böyle değil mi? Diyorum kendi kendime...
Osmanlı Devleti yönünü Batı'ya döndü. İmparatorluğun tebaası/halkları bundan etkilendi.
Batılılaşma olumlu bir adımdır diyorum ama arafta kaldık. Tam Batılı olamadık.
Tanzimat Fermanı, Kürtler, Kürt beyleri için yıkım getirdi. Var olup olmama sorunu oldu. Mir Bedirhan Bey'in merkezileşmeye karşı başarısız direnişi/isyanı.
İçerden yapılan ihanet durumu...
İttihat ve Terakki ve Cumhuriyet dönemi.
Kürtlerin yok sayılmasına ve asimilasyonuna giden çıkmaz talihsiz yol...
Doğu- Batı çelişkisi halen devam ediyor.
Kürt sorunu da devam ediyor.
Kafam karışık, yürüyorum. Sultan Ahmed'e doğru çıkış kapısının önüne geliyorum. İlginç bir olayla karşılaşıyorum. Düşüncelerim kafamdan uçup gidiyor.
Yaşadığım bu durumu eve gittiğimde not defterime şiirsel bir şekilde şöyle yazmışım.
GÜLHANE PARKINDA
Bugün ne yaptım bilir misiniz dostlar?
Can sıkıntısı ve yalnızlıktan,
Gülhane Parkı'na gezmeye gittim.
Kafamda bin bir düşünce,
Parkı gezip parkın çıkış kapısına geldiğimin farkında bile değildim.
Parkın çıkış kapısına yaklaştığımda,
Önümde ona yakın resmi posta görevlisi yürüyordu.
Birden gözlerimiz, parkın giriş kapısına döndü,
Altın sarısı gibi saçları,
Boylu mu boylu,
Sütun gibi bacakları, daracık pantolon giydiği için oynamayan kalçaları;
Anadolu kadının giyimine uymayan,
Modern giyimli,
Güzel mi güzel bir kadın,
Ve de,
Koluna takıldığı, yakışıklı, genç bir delikanlı.
Sarmaş dolaş parktan içeri girdiler.
Postacılardan biri,
Elini hafif yan edip havaya kaldırdı.
Sanırım," Allah beterinden saklasın" veya
"Kırk bir kere maşallah" dedi.
Tüm gözler kızda...
Postacı ile göz göze geliyoruz.
Güldüm. O da gülmeye başladı.
Ben güldüm, o güldü.
Gülüşerek parkın kapısından çıktık.
O sağa, ben sola ayrıldım.
Gözümün önünde, 1839 dönemi, Gülhane parkı canlandı.
Parkta, Osmanlı giyim kuşamı ile binlerce halk.
Mustafa Reşid Paşa kürsüde, halka ciddi ciddi Tanzimat Fermanı'nı okuyor, açıklama yapıyor.
Fermanın getirmiş olduğu yenilikler, bir bir kafamda sıralanıyor.
Mustafa Reşid Paşa,
Tanzimat Fermanı,
Gülhane Parkı,
Ve,
Postacı gülüyor,
Ben gülüyorum.
Güzel kadının sütun gibi bacakları,
Avrupalı olduk herhalde diyorum.
Başım önümde,
Dalgın bir şekilde,
Sultan Ahmet'de
Otobüse biniyorum.
İstanbul
02/06/1983
Bugün de kavga en sert şekilde devam ediyor.
Uzlaşı, Doğu-Batı sentezi olmaz mı?