Yazılarımla ilgili onlarca mesaj alıyorum. Bu mesajlar beni mutlu ediyor. Beğeni, eleştiri ve öneriler beni motive edip geliştiriyor.
“ANA AKTÖR KÜRT BİRLİĞİ OLABİLİR” başlıklı yazıma geriye dönüş çok fazla oldu. Yazı, büyük bir beğeni aldı.
Yıllarını Kürt davasına adamış bir ağabeyim: “İçimden geçen, tüm düşüncelerimi ifade etmişsin, eline, yüreğine, beynine sağlık” diye WhatsApp’tan geri dönüş yaptı.
Yurtdışında yaşamak zorunda kalan Yurtsever bir Kürt arkadaşım da telefon açtı. Bir saate yakın telefonda konuştuk. Arkadaşım hâl hatır sorduktan sonra, çok samimi bir şekilde: “Değerli hocam lütfen yazmaya devam et. Bizim için yazıların çok kıymetli. Biz bazı şeyleri içerden göremiyoruz. Senin yazıların bize mercek oluyor. Yazınızdaki iki tespit beni çok düşündürdü: Birincisi, objektif bir bakış açısıyla Kürtlerin kendileri ile yüzleşmeleri ve Ulusal Birliği ile ilgili düşünce ve gözlemleriniz, ikincisi de, Kürtlerin birbirlerine ve liderlerine karşı sorumsuz, acımasız yaklaşımları. Bu konuda size yüzde yüz katılıyorum. Biz Kürtler düşünce ve fikirleri öne çıkarmadan kişi ve olaylar üzerinden tartışma yapıyoruz. Tabi buna tartışma denirse… O nedenle lütfen dilini, üslubunu, objektifliğini koruyarak yazmaya devam et…”
Bu yazımı, yazımda da belirttiğim gibi, beş yıl önce yazmayı planladım, kaynak toplayıp okudum, notlar aldım, ama bir türlü cesaret edemedim. Ancak Mayıs ayının ortalarında yeniden yazmaya karar verdim ve de yazdım. İyi ki yazdım. Yazımı okumayan arkadaşlarımın okumalarını gönülden isterim.
İkinci telefon ise, “CARİYE VE HÜR KADININ ÇOCUKLARI” bu haftaki yazımla ilgili, İslam inancını hakkıyla yaşayan İlahiyat mezunu bir arkadaşımdan geldi. Arkadaşım: “Değerli hocam yazınızı büyük bir hüzünle okudum. Kendi kendime ‘Yüce İslam dini bu hallere mi düşecekti’ diye söylendim. Tespitleriniz ve öneriniz o kadar değerli ki, ama bizim mahallede bunları satın alacak, düşünecek kimse kalmadı. Birçoğu malın, mülkün peşine düştü, birçoğu da bir zamanlar İslam ümmeti derken şimdi Turancı, Türkçü kavimci olarak siyasete atıldı. Ak Parti tüm hayallerimizi yok etti.
Gazze içimi yakıyor…Ak Parti’nin, onun lideri Erdoğan’ın yanlış iç ve dış politikaları yüzünden; sizlere, demokrat çevrelere, Gazze konuda bir şey söyleyecek yüzümüz de kalmadı. Erdoğan, bir avuç Türkçünün dışında herkesi bizden uzaklaştırdı.
Ben yakın zamanda kendi içimizden bir şey çıkacağına inanmıyorum. Ziya Paşa’nın:
‘Diyâr-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm; dolaştım mülk-i İslam'ı bütün vîrâneler gördüm.’
Türkçesi ile açıklarsam:
‘Küfür diyarını (Batıyı) gezdim, orada bayındır şehirler, köşkler gördüm; İslam ülkelerini dolaştım bütün viraneler gördüm.’
Ziya Paşa’dan bu yana değişen savaş, ölüm, yıkım, fakirlik, işsizlik ve “Küfferra” doğru büyük göç oldu. İslam dünyamızda ne kendimiz için ne de insanlık için olumlu bir gelişme/değişim olmadı. Hayat bizi yalanladı. Erdoğan herkesi yanılttı. Oysa büyük umut bağlamıştık. Kısaca İslami cephede olumsuzluktan başka bir şey yok değerli hocam. O nedenle size bu telefonu açıp, içimi dökmek istedim; zamanınızı aldığım, sizi üzdüğüm ve karamsar konuştuğum için özür diliyorum.
Düşünce ve önerinize sonuna kadar katılıyorum. Suçu başkalarında değil kendimizde aramalıyız. Birilerini suçlamak kolay. Bizde olumsuz anlamda bir şey var, o ne ise onu bulup çıkarmamız gerekiyor.”
Şu olamaz mı? diye düşüncelerimi şöyle ifade ettim: Kürt siyasetçileri ve aydınları ile demokratik İslamı savunan siyasetçi ve aydınlar, fazla mağduriyet yakınması yaparak kendi hatalarını, kapatmaları veya görmemeleri veya görmek istememeleri; daha açıkçası kendileri ve tarihleri ile yüzleşmemeleri. Kabahatı suçu kendi inanç, düşünce ve siyasetlerinde değil, sömürgeci emperyalist güçlerde, dışarıda aramaları. Tabi ki sömürgeci emperyalist güçler kendi çıkarlarını sömürü düzenlerini düşünecekler. Bundan doğal daha ne olabilir ki?
Kürtler de birlik olup kendi çıkar ve geleceklerini düşünmeliler. Kürtlerde bu eksik, hatta yok. Bin yıldır vatanları ve kendileri için Ulusal Birlik oluşturamadılar. Bu günde aynı yanlışta ısrar ediyorlar. Hep birilerinin himayesinde siyaset yapıp birilerinin himayesinde yaşayageldiler.
İslami kesim de bin yıldır ne kendileri nede insanlık için ortaya elle tutulur bir fikir, düşünce, eser koyamadı. Bana göre asıl suçlu aranacaksa suçlu dışarda değil iki kesimin kendi içinde, kendi inanç, siyaset anlayışında.
Karşılıklı sevgi saygıdan sonra telefonu kapattık.
Bu yazımı okumayan okuyucuların da yazımı okumalarını gönülden isterim.
Sonuç olarak: Bir dokun bin ah işit misali iki devasa sorunu tartışıp duruyoruz; ama sorun önümüzde boylu boyunca duruyor: Kürt meselesi ve İslam’ın demokrasiyi benimsemesi. Çetin ve bir o kadar da zor iki mesele.
Ha birde şimdilik geri plana düşen, Kemalist ideoloji var!
İşimiz bir hayli zor.