Diyarbakır ve çevresi son yıllarda yapılan arkeolojik kazı çalışmaları sonucunda tarihin karanlıkta kalmış dönemlerine ışık tutmaya devam ediyor. Hemen her gün bir arkeolojik alanda yapılan kazı çalışmalarda bizleri binlerce yıl öncesine götürecek bulgular ortaya çıktıkça ne kadar heyecanlanıyoruz. Tarihin karanlıkta kalmış bir dönemine ışık tutması sadece kendi coğrafyamızdaki insanları değil dünyada ilgi duyan herkesi en az bizim kadar heyecanlandırıyor. Buraları görmek için dünyanın bir ucundan kalkıp görmek için geliyorlar. Çünkü insanlık sürekli geçmişin izlerini arıyor. Gelecekte yol alabilmek için insanlığın geçmişini bilme ihtiyacı hissediyorlar. Geçmişi bilmek ve ondan öğrenmek; geleceğe yürümenin güçlü zemini oluyor.
Tarihe ilgi duymak, bununla ilgili her yeni bilgide heyecanlanmak bir yerde bu konularla ilgilenmek ve merak etmeyle de ilgili. Dünyanın bir ucundan insanlar hemen bu mekânları görmek için niçin kalkıp geliyorlar. Bizlerden çoğu yanı başımızda duran tarihi eserlere niye ilgi göstermiyoruz. Bu kazı sonucunda ortaya çıkarılan yapılar, mabetler, mozaikler, sunaklar, kullanılan aletler edevatlar hayranlık uyandırmaktadır. Halbu ki ortaya çıkan bu eserleri binlerce yıl önce şimdi aynı coğrafyada yaşadığımız aynı kökenden geldiğimiz atalarımız inşa etmişler. Dünyanın bir ucundaki insanlar kazılar sonucunda ortaya çıkarılan ya da her gün yanından geçtiğimiz tarihi mekânlara bir gün olsun dönüp de bunu nasıl bir emekle yapmışlar diye aklımızdan geçirmiyoruz, doğru dürüst gezme inceleme, bakıp ta heyecanlanamıyoruz. Ama ta uzaklardan gelenler bu coğrafyada ne yaşayanlarla ne de kültürüyle bir bağı olmamasına rağmen onlar insanlığın geçmişte yarattığı bir değer olarak görüyor ve severek, heyecanlanarak kalkıp geliyor. Bazı tarihi mekânlar için gelen turist sayısına ilişkin rakamları açıkladıklarında yüz binlerce kişinin ziyaret ettiğini hatta bu sayının milyonlara ulaşmasının içten bile olmayacağını açıklıyorlar. Bizim coğrafyamızda çıkan ve bizim geçmiş tarihimize, kültürümüze ışık tutan bu tarihi mekânlara neden ilgisiz kalıyoruz. Sadece ilgisizlikte değil; tahrip etmekten bile kaçınmadık.
Ama insanlar yanı başındaki bu görkemli hazinelere dönüp bakma ihtiyacını bile hissetmiyor. Bir yerde çoğunun haberi bile olmuyor. Hatta ilgi alanına girmiyor. Fırsat bulduğunda tahrip bile ediyor. Dünyada benzeri olmayan birçok tarihi yapının taşları söküp evlere, ahırlara temel taşı yapıldı. Bir kısmı sular altında, bir kısmı tarla açma uğruna, bir kısmı da hazine peşinde koşanların yaptığı tahribatlar sonucu yok oluyor.
Binyıllardır günümüze kadar her türlü doğa koşullarına karşı ayakta duran yapılar ne yazık ki insanların tahribatından kendilerini korumada aynı direnci gösteremedi. Toprak üstünde olanlar toprak altında olanlar kadar şanslı olamadılar.
Buna benzer çok şeyler sıralanabilir. Bundan sonrasını korumak, kalanların değerini bilmek önemli ve hiç şeyle ölçülemeyecek değerdedir. Adeta topraktan tarih fışkıran bir coğrafyada müze bilincinin, arkeoloji ve tarih bilincinin gelişmesine daha fazla önem verilmesi gerekiyor. Bunu en azından gelecek kuşaklar ve insanlığın genel kültürünü korumak adına yapılması gerekiyor.