‘’Entelektüel Devrim’’ olarak da değerlendirilen Aydınlanma Çağı; 17. Ve 18.yy boyunca uzunca bir zaman dilimini kapsadı. Çok çetin geçen bu süreç; modernleşme ve insanlık tarihi açısından önemli bir yere sahip oldu. Birey ve halklar üzerinde derin izler bıraktı. Fransa’da başlayan ve etkisini tüm Avrupa’ya yayan bu süreç; kıta Avrupa’sında köklü bir zihinsel alt üst oluşa, yaşam biçiminin değişimine yol açmakla kalmadı; yeni güç ilişkilerinde kurulmasını da sağladı.
Kıta Avrupa’sının dışında kalan ve bu süreci yaşayamayan ülkeleri, gecikmeli de olsa etkiledi. Düşüncede ve yaşamda benzer aşamalardan geçmeyen veya geçemeyen halklar ve kültürler de, düzen ve iktidar sorunlarında geçmişin değer ve yargılarına takılı kaldılar. Geçmiş ve günümüz arasında bocaladılar.
Orta Doğu ülkeleri de böylesi bir zaman aralığı içinde bocalayan bölge konumunda kaldı. Bu durumdan kurtulma ve çözüm çabaları; dış müdahale, savaş ve çatışmalı süreçlerden ve yenileşmeye izin vermeyen otokratik, teokratik, monarşik iktidar yapılanmalardan dolayı sürekli zaman ve kan kaybettiler. Kendi içlerinde dahi birlik olunamaması zayıflığı ve güçsüzlüğü getirdi ve dayatılana razı olundu. Bu durum halkların iradeleri dışında oluşan statükoların süreğenleşmesini sağladı.
Siyasal-toplumsal güç ilişkileri son süreçte özellikle Orta-Doğu ve dünyadaki gelişmelerden sonra ciddi bir alt üst oluşu yaşamaktadır. Tarihsel hesaplaşmaya; Doğu-Batı çatışmasına da dönüşen bu karmaşanın temelinde enerji kaynaklarının ve zenginliklerin yeniden paylaşımı ve buna bağlı olarak yeni nüfuz alanları edinme arayışı en önemli nedenidir. Bu yarış ve süreç; bölge halklarının aralarında adeta tarihselleşen sorunların yeniden canlanmasını da tetiklemektedir. Dış çelişkiler, iç çatışmalar; halklaşma, zamanında aydınlanma sürecine giremeyen halklar bu çatışma sarmalı içerisinde kendine bir çıkış yolu aramaktadır. Devlerin bu paylaşım savaşlarından en büyük zararı her zamanki gibi en alttakiler ve ötekiler görmüştür.
Trajedi ve dramlara rağmen aydınlanma sürecini yaşama koşulları da oluşmaktadır. Bu süreç gelecek yaşam tarzını ve zihinsel işleyişi de belirleyecektir. Sorunların ve sıkıntıların çok çatışmalı geçmesi, 1900’lerin başlarında oluşan denge ve ilişkilerin artık yürümemesidir. Dünyayı yöneten ve hâkimi olan büyük güçlerin; yüzyıllık yeni ilişki ve statükoyu düzenleme ihtiyacı, bölgesel çelişki ve çatışmaları derinleştirmektedir.
Orta Doğuda yaşanan savaşlar; toplumsal sınıf ve katmanlar arasındaki tüm ilişkileri ve dengeleri sarstı. Halklar artık eskisi gibi yönetilmek istemiyor, yönetenlerinde yönetememe paradoksu; Orta Doğu’da yeni çözüm ve güç dengelerini zorlamaktadır. Güçlüler ayakta kalacak, zayıflar dayatılana ya razı olacak ya da ezilecektir.
21. yüzyıldayız artık ve Aydınlanma Çağı'ndan bu yana iki yüz yıl geçti. Güç ilişkileri eksenlerinde de köprülerin altından çok sular aktı. Şimdi; tek kutuplu bir dünya düzeni var, ama bir yandan da; globalleşen dünyada iletişimin, ulaşımın ve medyanın yarattığı ortamda hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. "Söz"ün, "sanatın, "siyaset'in, "demokrasi"nin evrensel değerler haline gelmesi... Düşünce dünyası ve gündelik hayatın eski kalıpları zorlaması, gelecek süreç açısından önemlidir. Gelenekçi anlayış ve yapılar ciddi darbe almaktadır.
Bu karmaşık süreç; bölge halkları için nasıl bir yıkımı getirdiğini görmekteyiz, yanı başımızda olanları gün be gün medyadan izlemekteyiz. İnsanlığın da yıkımı sayılabilecek bu felaketten; bölge halklarının gelenek ve kültürel değerlerinden kopmayan bir Aydınlanma Dalgasıyla kurtulunamaz mı? Kültürler ve inançlar arasında kurulacak ilişkilerle; gelecek kazanılamaz mı? Herkesi kötürümleştiren büyü bozulamaz mı?