Tam bir yıl evvel, 2016’ya girerken; “2015 yılı benim için sanki iki koca ve birbirine zıt parçaya, zaman dilimine ayrılmış gibi oldu. Haziran’a kadarki bölümü umuda dair beklentilerin hayli yoğun olduğu aylar. Haziran’dan sonrası ise umutların, iyiye ve güzele dair bütün yakın hayallerin hayli ertelendiği aylar oldu.
“İki büyük terör, dönemin şiddetinin boyutlarının tetikleyicisi oldu. Suruç ve Ankara bombalamaları felaketin habercileri idi sanki! Ve 2015 sonbaharıyla birlikte hendekler gerekçe gösterilerek, sokağa çıkma yasakları üzerinden adeta bir toplu kırım döneminin başlangıcı ülkeye deklere edildi. 2015’in son gününe, hatta son saatine kadar bu zulmet en üst düzeyde uygulaması ile sürdü. Şiddetin, hayatı öldürmesinin olanca çıplaklığı yaşandı…” demiştim.
Minarelerin, camilerin, kiliselerin, evlerin, sokakların binlerce yıldan akıp gelen mekânların ömrünün yıkıma, kırıma kurban gittiği! İnsanların henüz ana rahmindeki cenininden, yaşı yetmişini geçmiş olanına varıncaya kadarı bu felaketten nasibine düşeni almıştı.
Sokağa çıkma yasaklarına geçici ara verilen günübirlik zaman dilimlerinde iki görüntü; Cizre ve Diyarbakır Sur içinden insanlar can havliyle taşıyabilecekleri kadar yükleri sırtlarında, ellerinde göçüyorlardı. Arkalarında bıraktıkları yaşanmış yılların hayatları, önlerinde uçsuz bucaksız belirsizlik!
2015 gitsin, hafızadan silinsin demek istemiştim 2016’ya girerken…
Şimdi 2017’ye merhaba dediğimiz günlerde 2016 yılı içinde yaşadıklarımızı şöyle bir gözümüzün önünden film şeridi gibi geçirdiğimizde “aman tanrım bütün bu bir yıl hatta iki yıl içinde yaşanan / yaşatılan felaketi sahiden biz mi yaşadık. Yoksa bir kurgu filmdi de bir terapi gibi hep birlikte izledik geçtik” mi diyesi geliyor insanın…
Sayıları yüzlerle ifade edilen bombalamalar sonucu katledilen insanlar…
Uzun gözaltı günleri ve akabinde tutuklamalar…
Gazetecilerin, aydınların, akademisyenlerin içeri atılmaları, işinden gücünden edilmeleri…
Kayyımlığın kurumsal bir mekanizma gibi kalıcılaşması…
Belediye başkanlarının, siyasetçilerin tutuklanmaları…
Başarısız darbe girişimi…
Ve hâla yasaklı olan, yıkımın devam ettiği, bir yıldan fazla bir zamandır bir sinema perdesi gibi gerili o beyaz bezlerin arkasında ne olup bittiğini bilemediğimiz mekânların sakinlerinden uzak düşmüş belirsizlik halleri…
Ve dahi artık tarih oldu, yeniden ülke gündemine gelmez diye düşündüğümüz OHAL…
Hani şair demişti ya! “Nesini söyleyim cânım efendim / gayrı, düzen tutmaz sazımız bizim”.
2015 ve 2016, son iki yıl. Sahiden bizler için toplumsal manada ağır ve travmatik yıllar olarak tarihin not defterine kaydedildi.
2017’ye gelince pek umut vaat etmese de, umut etmek insanın doğasında olan bir iyilik hâlidir.
Hadi bizde aynını yapıp;
umarız iyi olur,
dileriz barış olur,
temenni ederiz akl-ı selim egemen olur diyerek 2017’ye merhaba diyelim.