Kendime özgürlük alanı yaratmak istedim.
Saate bakıyorum, gecenin 02.00’si.
Bu saatte ne özgürlüğü diye düşünebilirsiniz.
‘Fikrimin ince gülü, gönlümün şen bülbülü’
Deyip işin içinden çıkabilirim.
Ama demeyeceğim niyetim bu olsa bile.
Niyet ile akıbet arasında bağ kurmaya çalışsam, gecenin bu saatinde nasıl bir sonuca varırım diye de düşünmüyor değilim.
‘Niyet şer akıbet şer’
‘Niyet hayır akıbet hayır’
Tersten bakınca birbirini tamamlayan, ancak niyete göre yorumlanarak anlam kazanması mümkün ikilemi gecemin özgürlük istemine dâhil edince beyin trafosunda yâda biyolojik varlığımın ana merkezinde grizu patlamasına benzer bir arızanın olmaması adına ‘destur’ deme ihtiyacı duyuyorum.
Hiç uyumaya niyetim yok.
Zaten niyet etsem de uyku ile ilgili akıbetin ‘hayır’ yâda ‘şer’ olma ihtimaline denk gelen seçenekler konusunda da çok emin değilim. Niyeti uyku alanına terk edip paranoyaya denk gelen düşünce psikozundan kendimi açığa mı düşürsem diye kendimle didişsem de gecenin sessizliğini yırtan, kulaklarımı tırmalayarak baskın çıkan ‘susma, sustukça sıra sana gelecek’ gibi militanlaştıran söylemin kalbimin, beynimin derinliklerine yerleşmesi için rezervi açık tutuyorum.
Rezerv açık, bu nedenle de söylem konusunda saldırı pozisyonu da açık.
Polis yok, gaz yok, plastik mermi yok.
Soma’da yaşamlarını yitiren maden emekçilerini ve geride kalanların şahsında sistemin aymazlığını gecenin karanlığında gündemin birinci maddesi yapıyorum.
Türkiye’nin ve Dünyanın birinci gündem maddesi olan Soma, ‘niyeti şer akıbeti şer’ olanlar için bir anlam ifade ediyor mu, etmiyor mu? Diye düşünmenin halkların nezdinde anlam ve öneminin olmadığına karar veriyorum.
‘Niyeti iyi olmayanın akıbeti şer olur’ düşüncesi makul geliyor.
Gecenin karanlığında kendime yarattığım özgürlük alanından böyle bir yazı çıktı. Spontan, içimden geldiği gibi yazdım, içim rahatladı. Sabah ezanı ile birlikte nokta koyuyorum yeni bir güne ‘merhaba’ demek üzere.