Gidilmesi zorunlu iftar yemekleri dışında dışarı çıkmanın pekte cazip gelmediği ramazan ayı ve bayramın ilk gün yoğunluğunun ardından akşam dışarı çıkma isteği ağır basıyor. İlk günden çıkamadığımız günleri telafi etmek ister gibi. “ Nereye gidelim ” düşüncesi çok zaman almıyor. Üç beş yer var zaten Diyarbekir’de, yaz akşamlarında gidip ailecek oturabileceğin. O yerlerden biri olan ve uzunca bir süredir gitmediğim Gazi Köşkü’ n de karar kılıyoruz.
Eskiden İstanbul da bulunan hali vakti yerinde olan insanlar, yazları daha serin oluyor diye adalara gidermiş. Diyarbekir’de ise bu insanlar Dicle’nin serin sularına ve Hevsel Bahçelerine bakan kısımlarda, yöreye özgü mimariyle, bazalt taşından yapılan köşkleri tercih etmiş. Bu yüzden kentin o bölgesinde kişilerin ya da ailelerinin adını taşıyan onlarca köşk vardır. Bu köşkler yamaçlara yapılmıştır. Amaç Dicle vadisini ve Hevsel bahçelerini yukardan izlemek, manzaranın güzelliğini, yazın havanın serinliğinin tadını çıkarmaktır.
Gazi Köşkü’de onlardan biri ve çok eski. Asıl adı Semanoğlu Köşkü, 15. Yüz yılda Akkoyunlular tarafından yapılmış. Atatürk, I. Dünya Savaşı’ n da Diyarbekir’e geldiğinde köşkü karargâh olarak kullanmıştır. Çok sonra (1926) bu köşk belediye tarafından satın alınıp, fahri hemşerilik unvanıyla birlikte Atatürk’ e hediye edilmiştir.
Benim çocukluğumda, Gazi Köşkü’ nün bulunduğu alanda dahil kentin bu bölgesi piknik alanı olarak kullanılırdı. Ancak zaman içinde Gazi Köşkü ’de dahil burada bulunan onlarca köşk kendi kaderine terk edilince, cazibesini yitirdi, insanlar tercih etmemeye başladı. Nedeni kullanım koşullarının artık ihtiyaca cevap vermemesiydi. Güvenli ve temiz değildi her şeyden önce. Uzunca bir süre ne tarihi değeri olan bu köşkler ne de vatandaşın buralara gelip iyi zaman geçirmesi kimsenin umurunda olmadı.
2001 yılından itibaren çok isabetli bir kararla bu bölgede bulunan atıl durumdaki köşkler içinde restore edilebilecek durumda olanlar restore edilip, müze, kafe, lokanta, piknik alanı vs. olarak yeniden kullanıma açıldı. Vakıflar Müdürlüğü tarafından da işletilmesi için vatandaşa kiralandı.
Bu köşkler içinde en ehemmiyetli ve özen gösterilen şüphesiz Atatürk’ün kaldığı köşktü. Restore edilip ana binası müzeye dönüştürüldü. Bu binanın dışındaki alanda ise yaz kış hizmet verecek şekilde ek bina ve tesislerle kafe ve lokantalar açıldı.
Bu ülkede vakıf mallarıyla ilgili iki gerçek var . Bir vatandaşa söylenen : “ Vakfa ait olan yapılar vs. tarihi eserdir, resmi izin ve onay olmadan çivi bile çakamazsın ” gerçeği… Bir de vakfa ait olup işletmeciliğini özel sektörün yaptığı ve ticari beklentilerle her türlü inisiyatifin kullanıldığını gördüğümüz gerçek. Vakıf mallarının Diyarbekir dışında hoyratça kullanıldığı ve işletmeye açıldığı başka şehirler var mı bilmiyorum. Umarım yoktur.
Diyarbakır da beni en çok üzen şeylerden birincisi, Vakıflar Müdürlüğü’ n den, belediyeden, hangi kurumdan olursa olsun işletmeciliğini yapmak için kiralanan yerlere her gittiğimde mekâna; aslına, estetiğe, görselliğe, temizlik ve düzenine dikkat edilmeden ilavelerin yapılması … İkincisi de cüz’i meblağlarla kiralanan bu mekanlarda vatandaşa son derece kalitesiz, hizmet verilmesi …
(Yarınki yazımda bu konuya dair gözlem ve gerekçelerimi yazmaya devam edeceğim …)