Geçtiğimiz yıllar, ülkemizi sarsan felaketlerle doluydu. Kahramanmaraş merkezli büyük deprem, yıkıcı etkileriyle hafızalara kazındı. Binlerce insanın hayatını kaybettiği, şehirlerin haritadan silindiği bu büyük afet, bize bir kez daha doğal afetlere karşı ne kadar hazırlıksız olduğumuzu gösterdi. Tam da bu enkazın psikolojik etkileri hâlâ sürerken, Bolu’da meydana gelen büyük yangın yüreklerimizi bir kez daha dağladı.
Peki, biz bu felaketlerden gerçekten ders alıyor muyuz? Yoksa yalnızca yaşanan kayıpların ardından kısa süreli bir duyarlılık sergileyip, sonra eski alışkanlıklarımıza mı dönüyoruz?
Depremler, ülkemizin değişmez gerçeği. Fay hatlarıyla çevrili coğrafyamızda, her an yeni bir sarsıntıyla yüzleşmekteyiz. Bu hafta Ege Denizi bine yakın sarsıntı ile gündemimizde yer aldı.
Ancak ne yazık ki depremler, sadece olduktan sonra konuşuluyor. Kahramanmaraş merkezli büyük felaket, yapılarımızın ne denli dayanıksız olduğunu gözler önüne serdi. Kaçak yapılar, denetimsiz inşaatlar, depreme dayanıklı olması gereken binaların çürük temel üzerine kurulmuş olması… Tüm bunlar, ihmalkârlığımızın ve ranta dayalı şehirleşme anlayışının sonuçları.
Deprem bölgesinde yaşamak bir kader değildir, ancak hazırlıksız yakalanmak bizim seçimimizdir. Bilimin ışığında hareket etmek, sağlam binalar inşa etmek, yapı denetim mekanizmasını işler hâle getirmek elimizde.
Bu konuda hala dönüşüm bekleyen illerimiz bulunmakta. Başta da İstanbul. Israrla gündeme gelmesine rağmen yapılan kentsel dönüşüm maalesef yeterli düzeyde değil. Geç kalınmaması gerekiyor.
En son Bolu’da yaşanan yangın, afetlerin yalnızca doğa olaylarından ibaret olmadığını bir kez daha hatırlattı. Kimi zaman küçük bir kıvılcım, koskoca ormanları kül edebilir. Elektrik tesisatlarındaki ihmaller, dikkatsizlik sonucu atılan bir sigara izmariti veya yanlış kullanılan ısıtıcılar, bir anda büyük bir faciaya dönüşebilir.
Yangın felaketleri, çoğu zaman önlenebilir durumlardır. Ancak denetim eksikliği, yanlış şehirleşme ve bireysel ihmaller büyük yangınları kaçınılmaz hâle getiriyor. Yangın güvenliği konusunda bilinçlenmek, yangına karşı alınacak önlemleri ciddiye almak zorundayız.
Her felaketin ardından hep aynı cümleleri duyuyoruz: "Bundan ders çıkarmalıyız." Peki ya gerçekten çıkarıyor muyuz? Yoksa sadece birkaç hafta süren yas ve öfke döngüsüne girip, sonra her şeyi unutuyor muyuz?
Bu noktada sanki güzel adımlar atılıyor. Denetimlerin ciddi anlamada yapıldığı görülmekte. Ülke genelinde onlarca işletme yetersiz görüldüğü için kapatıldı. Bu hafta Diyarbakır’da yangın merdivenleri ve sensörleri kontrol edilmeye başlandı.
Umarım bu felaketler bir daha yaşanmaz ve bu yapılan hatalardan ders alarak hayatımızda bir dönüm noktası başlatabiliriz. Yapılan çalışmalar bu yönde görülüyor devamını bekliyoruz.
Bunun yanında eğer gerçekten değişmek istiyorsak, bireysel ve toplumsal olarak sorumluluk almalıyız. Kendi yaşadığımız binaların depreme dayanıklılığını sorgulamalıyız. Doğru yapı malzemelerinin kullanıldığını, yönetmeliklere uyulduğunu takip etmeliyiz. şehir içindeki binaların yangın güvenliği konusunda ne durumda olduğunu bilmeliyiz. Bunlar aslında zor şeyler değil, sadece küçük bir zaman ayırmak, sitelerimizde bu konuda toplantılar yapmak birçok şeyin değişmesine ışık tutacaktır.
Deprem öldürmez, ihmal öldürür. Yangın sadece alevlerden ibaret değildir, tedbirsizlikle büyür. Yaşanan her felaketten sonra "bunun bir daha olmaması için ne yapabiliriz?" sorusunu kendimize sormazsak, tarih kendini acı şekilde tekrar edecek.
Bu yazıyı okuyan herkes, bulunduğu ortamda güvenliği sorgulasın. Çünkü değişim, yukarıdan değil, bireysel farkındalıkla başlar.
Unutmayalım ki, felaketler kaçınılmaz olabilir ama zararlarını en aza indirmek elimizdedir.