Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Fatih Aydın, geçtiğimiz günlerde gazetemize yaptığı ziyarette önemli değerlendirmelerde bulundu.
Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Fatih Aydın’ın gazetemiz Tigris Haberi ziyareti sırasında ülke ve bölge gündemine ilişkin sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
Referandum sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz referandum öncesi de hep bunu vurguladık; Türkiye’nin en acil konusu yönetim biçimi değildir. Ülkenin çok farklı sıkıntıları, problemleri var ve önce onları çözmek lazım. Yönetim biçimleri bir bıçağa benzer, annenin elinde aş, katilin elinde cinayet aracı olabilir. Önemeli olan yönetim biçimi değil, yönetim anlayışıdır. Ne yapmak istiyorsunuz da size kim engel oluyor, ekonomiyi kalkındıracaksınız, işsizliği bitireceksiniz de buna parlamenter istem mi engel oluyor? Bölgede çözümü sağlayacaksınız, kanı, gözyaşını durduracaksınız, terörü bitireceksiniz, kardeşliği sağlayacaksınız, bölgedeki insanların huzurlu, mutlu yaşamasını temin edeceksiniz de size kim engel oluyor? Türkiye’nin dış politikasını düzelteceksiniz de size engel olan mı var? Türkiye’yi hiç yoktan dev bir problemin içine çektiler.
‘Ülkenin menfaati için AK Parti ile de CHP ile de birlikte olabiliriz’
Her şeye rağmen getirdikleri metni inceledik. Onların bütün hakaret vari söylemlerine, dışlama ve ötekileştirmelerine rağmen biz bunlara prim vermedik. CHP ve HDP ile aynı çizgiye geldiğimiz yönünde eleştiriler yapıldı. Biz ülkenin menfaati, birlikteliği, saadeti için yapılması gereken şey ne ise onu yaparız, yanımızdakilere bakmayız. Bunun için de kim bizimle birlikte olursa onunla birlikte yol gideriz. CHP, HDP bu ülkenin partisi değil mi? MHP, AK Parti bu ülkenin partisi değil mi? Ülkenin menfaati için AK Parti ile de CHP ile de birlikte olabiliriz. Peygamberimiz Medine’de yeri geldiği zaman Yahudilerle bir araya gelmiş mi? En büyük örneği nedir, anayasasıdır, Medine Sözleşmesidir. İmlerle yapmış bunu Yahudilerle, Hıristiyanlarla yapmıştır. İnancımız, görüşlerimiz farklı olabilir ama biz bu vatanda birlikte yaşıyoruz. Bu vatanı ilgilendiren konularla ilgili biz asgari müştereklerde bir araya gelebiliriz.
‘Böyle bir metin getirin hep birlikte evet diyelim’
Anayasalar, toplumların mutabakat metinleridir, bütün toplumun farklı kesimlerinin benim anayasam diyebileceği metinlerdir. Böyle bir metin getirin hep birlikte evet diyelim. Bir metin getirdiler önümüze bunun ne ülkeye ne devlete ne de AK Partiye faydası yok. Çünkü getirdiler bütün yetkileri tek elde topladılar. Hükümet de meclis de yargı da ben olacağım. Böyle bir sistem bu ülkeye saadet getirir mi? Bütün yetkilerin tek elden toplanması bir ülkenin kalkınmasını getirmiş olsaydı bu Irak’ı, Suriye’yi, Libya’yı kurtarırdı. Demek ki mesele bütün yetkilerin bir elde toplanması değildir. Bu yetkilerle bir arabayı uçurursunuz ama uçurumdan aşağıya doğru uçurursunuz. El freni yok, emniyet kemeri yok, gazla bu arabayı uçuracağım.
‘Halk algıyla değil aklıyla hareket etti’
Bütün bunlar bir yana öyle ya da böyle evet oyu çıktı ancak bu kesinlikle bir başarı değildir. Neden, çünkü iktidar bütün devlet gücüne rağmen, devletin bütün kurumlarını, Valisini, Belediyesini, arabalarını, parasını her şeyi kullandılar. Medya gücünü kullandılar, MHP’yi, BBP’yi, HÜDA PAR’ı yanlarına aldılar. Normalde almaları gereken oy oran en az %70’ti ama bütün bunlara rağmen halk algıyla değil aklıyla hareket etti ve onlara istedikleri oy oranının vermedi. %51 gibi çok küçük bir oy oranı ile evet oyu geçmiş oldu ama ben bunun evet diyen partiler açısından üzüntü veren bir kazanç, hayır oyu veren partiler açısından da umut veren bir kayıp olarak tanımlıyorum. Seçim sonuçları hukukidir, meşru olabilir, YSK’nın kafa bulandırıcı açıklamalarına rağmen ama hakkaniyetli değildir. Normalde hukuken kazanılmıştır ama milletin gönlünde ve zihninde meşruluğunu kaybetmiştir. Bundan dolayı mutlaka önümüzdeki süreçte bunun düzeltilmesi gerekir. Herkesin kabul edebileceği, hangi fikirde olursa olsun herkesin benim anayasam diyebileceği yeni bir anayasa Türkiye’nin gündeme tekrar getirilmelidir.
‘Ülkenin menfaati için herkesle görüşürüz’
Türkiye bu değişiklikle yeni bir sisteme girdi. Ben evet ye de hayır bloğu tanımını da doğru bulmuyorum. Evet diyenler de hayır diyenler de bu ülkenin vatandaşlarıdır ve Sadet Partisi olarak biz sadece hayır bloğuna oy veren vatandaşlara yönelik bir siyaset geliştiremeyiz. Önümüzdeki süreçte biz evet diyenlerin de hayır diyenlerin de birliğini, beraberliğini sağlayabilecek bir siyaset tarzıyla çalışma yapmaya gayret ediyoruz. Bizim %49’u nasıl koruruz diye bir gayretimiz yoktur. Türkiye’deki bütün milletimizin kabul edeceği, onaylayabileceği bir siyaseti nasıl geliştirebiliriz, onun çabasındayız. Bunun için de herkesle her siyasi parti ile görüşebiliriz. Biz ülkenin menfaati için uzatılan elin hangisi olduğuna bakmayız.
2019’daki seçimlerde Hayır cephesinin adayı kim olmalı?
Aslında referandumun hemen sonrasında yapılan bu tartışmaları aceleci buluyoruz. Yani, milletin biraz sakinleşmesinde fayda vardır. Referandum sürecinde millet çok kutuplaştırıldı. Yani, sakin kafa ile aklıselim ile sürecin tekrar bir değerlendirmesi yapılarak doğru bir okuma yapıldıktan sonra 2019’u konuşmamız gerekir diye düşünüyoruz. Şuan Türkiye’nin daha öncelikli sorunları var. Bu partiler ülkenin yönetim sistemini 2 yıl tartışıyorlar da ülkenin temel problemleri için neden şimdiden çalışmaya başlamıyorlar. Bizim bütün partilere önerimiz şudur; gelin öncelikle ülkenin temel sorunlarıyla ilgili ortak bir çalışma yapalım. Tabii ki, aday meselesi de gündeme geldiğinde biz kendi şartlarımıza bakarız, diğer partilerle görüşürüz ve Türkiye’yi yönetebilecek, herkesin kabul edebileceği, herkesin Cumhurbaşkanım diyeceği bir profili ortaya koyarız. Yani, bütün vatandaşları kucaklayacak, kimseyi öteki olarak görmeyen, herkesi kardeşi olarak görebilen; işbaşına geldiğinde sadece belli bir grubun, zümrenin, partinin menfaati, bekası için değil, topyekûn olarak tüm ülkenin bekası için mücadele edecek bir şahsiyet olmalı. Biz şuan bu tartışmaları erken olarak görüyoruz ama önümüzdeki süreçte tüm patilerle görüşmelerimiz neticesinde oluşabilecek şartlara göre ortak bir aday da çıkarabiliriz. Ya da kendi adayımızı da çıkarabiliriz. Süreç yaklaştığı zaman zaten bunları tartışıp, istişare edip kararı milletimiz ile paylaşırız.
Kürt sorununun çözümü konusunda Saadet Partisi olarak neler söylemek istersiniz?
‘Partisel menfaatlerini ülkenin menfaatlerinin önünde tutarlarsa’
Öncelikle açıkça şunu ifade etmek isterim ki, Türkiye’deki hiçbir parti sorunların çözümü hususunda sorunlara yaklaşırken, ben bu sorunu nasıl çözebilirim diye yaklaşmıyor. Ben bu sorunun çözümü sırasında nasıl menfaat ederim diye yaklaşıyor ve temel problem de bu yaklaşımdadır. Çözüm süreciyle de ilgili, AK Parti olarak bu çözüm sürecinin sonucunda nasıl menfaat ede edebiliriz ya da HDP olarak nasıl daha güçlenerek çıkabiliriz. Eğer partiler olaylara böyle yaklaşırlarsa bireysel, partisel menfaatlerini ülkenin menfaatlerinin önünde tutarlarsa bu ülkedeki hiçbir problemi çözemezler. Ekonomi yıllardır böyle, ahlaki ve manevi sorunlarımız yıllardır devam ediyor. Güneydoğu’daki Kürt sorunu, terör meselesi, geri kalmışlık problemi yıllardır devam ediyor, peki niye çözülemiyor? Çünkü insanların bireysel istekleri devreye giriyor. Bir adım atıyorlar bakıyorlar oy kaybı oluyor vazgeçiyorlar. Dün milliyetçiliği ayaklar altına alıyorlardı, şimdi milliyetçiliğe sarılıyorlar çünkü oya ihtiyaçları var. Bu bakış açısıyla hiçbir problem çözülemez. Olması gereken nedir; olması gereken devletin, milletin menfaatini partinin menfaatlerinin önüne geçirebilmektir. Bakınız, Milli Görüş hep ülkenin menfaatlerini öncelediğinden dolayı partilerini kapattırmıştır. Kürt sorunuyla alakalı en büyük bedeli biz ödedik. Erbakan Hoca söylediği sözlerin nereye gideceğini bilmiyor muydu? Attığı adımların partisine nasıl zarar vereceğini bilmiyor muydu? Erbakan Hoca’nın 40 yıllık siyasi hayatının 25 yılı yasakla geçmiştir. Biliyor yasaklanacağını ama bütün bunlara rağmen ne dedi, ‘ülkenin sorunlarını şu prensiplerle çözemezseniz bu problemleri bitiremezsiniz’. Biz Milli Görüş olarak ne söyledik; eğer sen ekonomide kalınmayı temin edeceksen, faizci, kapitalist, liberal ekonomiyi bir kenara bırakacaksın. Üretim ekonomisine geçeceksin; yol yaparak, tünel açarak, Havalimanı yaparak ülkeyi kalkındıramazsınız. Bunlar ülkeyi rahatlatır ama kalkındırmaz. Asfalt karın doyurmaz! Diyarbakır’daki işsizlik oranı %35’e varmışsa ekonominin büyüdüğünden söz edemezsiniz. Ekonomi büyür ama obezite olarak büyür. Obezite olarak büyüme sağlıksız bir büyümedir ve sadece rantiyecileri büyütür, Diyarbakır’daki Ahmet’in, Hüseyin’in cebine yansıyan bir şey olmaz.
‘Sosyal yardımların oranı artıyorsa o ülkede ekonomi çöküyor demektir’
Sosyal yardımları arttırdık, her eve yaşlılık parası giriyor, çocuk parası giriyor. Bir ülke bu yardımlarla övünemez. Bir ülkedeki sosyal yardımların oranı artıyorsa o ülkede ekonomi çöküyor demektir. Bırakın insanlar kendi ürettiklerinin karşılığını alsınlar. İnsanlar çalışsın, üretsinler ama asgari ücret bin 500 TL olmasın 5 bin TL olsun. Bu olmaz değil olabilir, biz bunu dün yaptık. Erbakan Hoca işbaşına geldiği zaman asgari ücretlinin memurun zam oranlarını %100/ 200/ 300 olarak yaptı. Demek ki, bu yapılabiliyor. Bunu nasıl başardı, borçlandırmayı durdurdu, fabrika açtı, sanayiyi geliştirdi. Ben aslen Ağrılıyım ve Ağrı’da bulunan 4 fabrikayı da 1974 yılında biz açmışız. Bizden sonra gelenler ise Ağrı’ya bir tane bile çivi çakmamışlar. Çakamazlar da neden, çünkü seçim yatırımı olarak işlerine gelmez. Yol yaparsam yakın vadede milleti rahatlatır oyunu alırım diye bakıyor. Ama bunlar ülkeyi kalkındırmaz, onun için de acil olarak üretime yönelik ekonomik modele Türkiye’nin geçmesi lazımdır. Bu modele geçilmediği sürece de bu yönetimin başında isterse abdestli insanlar geçsin isterse de abdestsiz insanlar olsun fark etmez. İster dindar, ister laik, ister milliyetçi olsun fark etmez. Biz, ne kadar güzel Kuran-ı Kerim okuyor, namaz kılıyor diye birine oy veremeyiz. Üretim modeliniz nedir, bozuk olan tezgâhın başında kimin olduğunun bir önemi yoktur. Bozuk tezgâhtan sağlam ürün çıkmaz. Bozuk olan tezgâhın başındaki insan ister sarıklı olsun isterse de apoletli olsun fark etmez, bozuk tezgâhın ürünü de bozuk olur.
‘Artık deniz bitmiştir’
Bozuk tezgâh ülkeyi de bozuyor ve sürekli geriye gidiyoruz. Artık deniz bitmiştir, fabrikalar kapanıyor. İşsizlik almış başını gidiyor; Türkiye tarihinde ilk defa işsizlik %14’leri gördü. Genç işsizlik oranı %25’lerde, Üniversite mezunları iş bulamıyorlar. 5.5 milyon üniversite öğrencisinin mezun olduğunda gidecek işi yok. Üniversite mezununun gidip çalışacağı fabrikası yok, nereye gidiyor askere gidiyor. Sonra ne oluyor şehit oluyor. Ya da iş bulmazsa dağa çıkıyor, eee noluyor ülkeyi geriye götürüyorsun. Şuan ülkeyi bitiriyorlar. Ekonomik olarak bittiğimiz için de şahsiyetli bir dış politika sergileyemiyoruz, Amerika ne derse onu yapıyoruz. Kürsüye çıktığında konuşmalarda mangal gibi bir yürek görüyorsunuz ama geçekte Aydın’a 18 kilometre mesafede adalarda Yunanlılar mangal çeviriyorlar, yürek, ciğer pişiriyorlar. Bir şey söyleyebiliyorlar mı söyleyemiyorlar çünkü ekonomide bağımsız değiliz. Bugün Türkiye her yıl bütçesinden 50 milyar TL’yi götürüp faize veriyor. Bugün Türkiye’nin kamu borcu 800 milyar TL’yi geçmiş durumdadır. Bu ekonomiyle dış politikada nasıl şahsiyetli bir politika sergileyeceksiniz.
‘Türkiye’de yargıya güven kalmadı’
Bir başka hususu, Türkiye’de yargıya güven kaldı mı? Çevirin sorun AK Partili bir vatandaşa Türkiye’de yargıya güveni var mı? Türkiye’de adaletin olduğuna inanıyor musunuz diye sorun, mümkün değil bir kişi inanıyorum demez. Türkiye’de yargıya güven kalmadı. Bugün Türkiye’de milyonlarca insan haksız olarak FETÖ ile mücadele ediyoruz diye işinden oluyor, hapse atılıyor. FETÖ ile mücadele edilmesin diye söylemiyorum, edilsin; ilişkisi olanlar tespit edilsin ve cezalandırılsın ama kardeşim bir süreç hukukla yürür adaletle yürür. Adalet mülkün temelidir. Adalet diye bir şey kalmadı. Kimin hukuku var, üstünlerin hukuku var. Bakansan, Bakanın oğlu, yeğeni, Belediye Başkanının yeğeniysen zaten senin için adalet, yargı diye bir şey yok, istediği gibi işletiliyor. Ama öğretmensen, esnafsan, memursan çok rahat olarak atılabiliyorsun. Dış politikaya bakın, müttefik Amerika geliyor size ne yapıyor; terör olarak tanımladığın kişilere bütün silahlarını veriyor. İsrail, bölgede bir terör devletidir, gidiyorsun anlaşma yapıyorsun. FETÖ ile mücadele ederken bunların arkasında İsrail var diyorsun, öyle mi, İsrail ile sen de anlaşıyorsun. Amerika ile sen de anlaşıyorsun. Amerika’nın Türkiye’de 28 tane askeri üssü var. En büyük üssü İncirlik üssüdür ve bütün bölgeyi buradan kalkan uçaklarla bombalıyorlar. Dünyadaki en büyük nükleer başlıklı füzesini getirip İncirlik üssüne koymuş. Kusura bakmayın ama siz bu politika ile ne ülkede adaleti temin edebilirsiniz, ne ülkede kalkınmayı sağlarsınız.
‘Türkiye’de zihniyet bakımından iki tane parti var’
Biz Saadet Partisi olarak hep şunu söyledik; Türkiye’de zihniyet bakımından iki tane parti var, biri Saadet Partisi, ikincisi ise diğerleri. Neden bunu söylüyoruz çünkü bunların hepsi Amerikancı, Avrupa Birlikçi. Bunların hepsi faizci, kapitalist, liberal ekonomik düzeni savunuyorlar. Bunların hiçbiri bu düzene karşı çıkıyor mu hayır. Birisi ona laik diyor diğeri dindar diyor. AK Parti varlığını CHP’ye borçludur, CHP varlığını AK Partiye borçludur, çünkü bunlar düşmansız yaşayamazlar. Onlar ne kadar toplumda kutuplaşma olursa oylarının tutabilirler ama Sadet Partisinin varlığı ilkelerinden, fikirlerinden kaynaklıdır. Biz Türkiye’deki hiçbir partiye kin duymuyor, düşman olarak görmüyoruz. Biz Recep Tayyip Erdoğan’ın da Binali Yıldırım’ın da Kemal Kılıçdaroğlu’nun da Devlet Bahçeli’nin de Selahattin Demirtaş’ın da huzur bulduğu bir saadet için varız diyoruz. Biz onları düşman olarak göremeyiz, neden; zihniyetleri bizden olmasa bile bunlar bizden olan insanlardır.
Bölgedeki Milletvekili tutuklamaları ve Belediyelere atanan Kayyumlarla ilgili Saadet Partisinin düşünceleri nelerdir?
‘Operasyonlar yaptınız da HDP’nin oy oranları düştü mü?’
Türkiye’de maalesef yargı hukukla, akılla değil algıyla ve kin, nefret üzerinden gidiyor. Dolayısıyla biz şunu ifade ettik; bir insan suçu sabit olmuşsa, delillendirilmişse bu insana cezanın verilmesi zaten doğaldır. Ama bir insanın suçu tespit edilememiş ve sadece iddia varken, hele ki, bu insan Türkiye’de sosyolojik bir tabana sahipse, kendisine oy vermiş bir kitle varsa bu insanların tutuklu yargılanmalarını biz tasvip etmiyoruz. Onun için HDP’nin genel başkanlarının, milletvekillerinin tutuklu yargılanmalarını tasvip etmiyoruz. Ama suçu hukuken delillendirilmiş bir insanın cezalandırılmasına kimse itiraz etmez ki. Dolayısıyla bu süreçler yürütülürken halkın duyguları, tercihleri dikkate alınmalı ve delillendirilmeden hüküm verilmemeli, adım atılmamalı. Atarsanız ne olur, toplumsal olarak kutuplaşmalar derinleştirilir. Operasyonlar yaptınız da HDP’nin oy oranları düştü mü? Bakıyorsunuz anketlere yine oyları %10 civarındadır. Demek ki, yaptıklarınız bir karşılık bulmuyor. Sorunları çözmek için mutlaka hukuku işletmeniz, adaleti bu işin temeline yerleştirmeniz lazım. Hem bu bölgede yargı ile yürütülen süreçler hem de FETÖ ile alakalı yürütülen süreçler adaletle değil de duygu ile yürütülüyor. Eğer yargının içerisine duyguyu sokarsanız, kini, nefreti sokarsanız adaletin tecelli etmesi mümkün olmaz. Dolayısıyla bunlar yakın vadede iyiymiş gibi gözükse de uzun vadede farklı sorunların sebebi olacağı kanaatindeyiz.
Kürt sorununun çözümü konusunda partinizin somut bir projesi var mı?
‘İki ay içinde bir rapor yayınlayacağız’
Bizim yıllardır bu soruna yaklaşımımız bellidir; Türkiye’de böyle bir problem varsa zaten bu devletin yaklaşımından kaynaklanıyor. Bir defa bir ülkede kimlikle, inançla alakalı bir problem varsa orada insan hakkı problemi vardır. İnsanların en temel hakları pazarlık konusu edilemez. Bir insana hakkı teslim edilirken, üstünlük, sanki bir şey veriyormuş gibi bir havayla yaparsanız orada farklı sorunlar ve zulümler ortaya çıkarabilirsiniz. Maalesef devletin kuruluşundan itibaren inkârcı, asimile edici yaklaşımlardan kaynaklı olarak insanlar hep baskıya tabi tutuldular. İnsanların dillerine, inançlarına yönelik yanlış yıllardır uygulanan politikalar farklı sıkıntıları beraberinde getirdi. Yakın zaman içinde biz, sorunlarla alakalı doğru tespitlerin ve teşhislerin yapıldığı ve çözüm sürecinin de değerlendirildiği bir rapor yayınlayıp bu soruna ilişkin çözümümüzü kamuoyu ile paylaşacağız. Hem Kürt sorununu hem terör sorununu hem de geri kalmışlık meselesini hepsini de bir arada değerlendirdiğimiz bir rapor yayınlayacağız. Bu süreçte Genel Balkanımız da Diyarbakır’a gelecek. İki üç ay sonra Diyarbakır özelinde başlamak üzere STK’lar, araştırmacılar, gazeteciler ve kentteki yetkili kişilerin bir araya getirildiği büyük bir toplantıda Saadet Partisinin sorunla ilgili çözüm önerilerini inşallah paylaşmış olacağız.”
Ali Abbas Yılmaz / Özel