Ursula K. Le Guin’in diyor ki; “Kırılanı, kırılmış olan onarır”.
Doğru elbet. Ama sanırım biraz eklentiye ya da açılıma veya içerik doldurmaya da ihtiyacı var bu dört kelimelik sözün.
“Kıran” cephesidir sözün öte yakada kalanı. Kırılmış, kırılanı onarırken, kıran ne haldedir acep. Kırdığından yana hâlinden memnun mudur? Yoksa bir özür için fırsat mı kollamaktadır kırdığından yana!
Sanırım sözün kilit noktası burasıdır. Kıran elbette kırdığının, döktüğünün farkında olup özüre gönüllü olarak rıza gösterecek ki, kırılan kırıldığı yerden kırılan her ne ise onarıp kıranı affetsin.
Bakın bu yazı korona virüs günlerinde tam 45 gündür “evde kal” denildiği için eve hapsolunmuş ve Diyarbakır göğünde sağanak halinde yağmur yağıyorken bir Mayıs günü öğlen saatlerinde yazılıyor.
Yazıya başlamadan hemen önce okudum haberi; DİSK Başkanı Arzu Çerkezoğlu bir grup arkadaşıyla “sosyal mesafe” kuralını da dikkate alarak İstanbul Taksim Meydanına 1 Mayıs Çelengini koymak üzere çıkmış. Anında yaka paça derdest edilip engellenmiş.
Hâl bu ki çok mu zor biraz tolerans. Sözün karşılık bulduğu hallerdeki gibi; “Biz vurulduk, biz kırıldık! Hangi dağda menevşeler göğerdi”.
1977 yılı İstanbul Taksim 1 mayısı kutlamalarında resmî kayıtlara göre 34 kişi ölmüştü. Hala dosyası ve acı hatırası orada bir yerlerde öylece duruyor.
Şimdi evdeyiz. Duruyoruz öylece yerli yerimizde. Aman korona virüs bize, ailemize, çevremize, eşimiz-dostumuza, hata tanımadıklarımıza da bulaşmasın! Çekip gitsin hayatlarımızdan derdindeyiz ya!
Evden 1 mayısı kutluyoruz, camdan, balkondan; el sallayarak, müzikle filan.
Hazır korona virüs salgınından insanlık topyekün kırım tehdidi altında elpençe divan kendini kırıma karşı koruma halinde iken!
Ve erk sahipleri, muktedirler her gün her saat başı korona kırım raporlarını tebaaya servis ederken!
Kırılmayıp dökülmeyip bayramları bayram gibi kutlamak isteyenlere de bayramı zehretmesek kırmasak dökmesek üzmesek diyorum...