“Geçmiş tuhaf şey. Hep yanınızda taşıyorsunuz.”
-George Orwell, Boğulmamak İçin
Düşüncelere daldığımda bazı düşünceler zihnimin ağlarına takılır kalır. Benim açımdan düşünmeye ve ileri gidip temellendirirsem yazmaya değer bir hal alır bu düşüncelerden bazıları. Ardından zihnimden kâğıda adeta kaynağından çıkıp yolunu bulan su gibi akar. Her ne kadar “eski günlerdeki gibi” berrak düşünemesem de bu düşünce döngüsü durmadan devam eder zihnimde. Dünya, insanlar, hakikat, dersler, gelecek, geçmiş, farkındalıklar, ayrıntılar…
Bugün ağıma takılan düşüncelerimden biri, yaşımızın artışıyla eski günlere olan özlemimizin de artması. Çevremizde, ailemizde muhakkak duymuşuzdur: Nerede o eski günler?
Çoğunlukla bir şeylerin geçmişte kalmış halini daha çok severiz. Yaptığımız şeylerin eskisi kadar güzel olmadığından yakınırız. Hatta buradan yola çıkarak literatüre geçen birçok klişe vardır: Nerede o eski bayramlar, ramazanlar, sohbetler… Tam bu yazıyı yazdığım esnada Murat Menteş’in yeni romanı Afili Hafiye’de konumuzla ilgili bir bölüme rastladım:
“Hayali güzel. Fakat o hayal deneyime dönüştüğünde işler değişir. İnsan şimdi/burada mutlu olamaz. Adadaki kahvaltı ancak bittikten, üzerinden zaman geçtikten sonra, hatıraya dönüştüğünde mutluluğa konu olur. Anılar ile hayallerdir bizi hoşnut eden. Şimdinin gerçekliğinden daima huylanırız.”
Yol aynı yol, insanlar aynı insanlardır ama yine de eski anılarımızı yad eder ve onların özlemiyle yaşarız. Peki neden? Yaşadığımız anın içindeki küçük de olsa kötü duygular ve düşünceler bizi çoğunlukla yorar ve anın tadını çıkarmamızı engeller. Çok sevdiğimiz insanlarla, çok mutlu bir an yaşıyoruzdur fakat o an bunun tadını tam olarak çıkaramayız. Düşüncelerimiz ve duygularımız o an buna izin vermez. Üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra ise o anılar bize daha tatlı gelmeye başlar. Çünkü sadece o anda baskın olan güzel duyguları hatırlarız. Yaşarken tadını çıkaramadığımız anların tadını üzerinden zaman geçince çıkarırız. Tek kötü yanı, artık geçmişte kalmasıdır.
Dikkat ettiniz mi, bilmiyorum. Ben ettim. Günümüzde bırakın anın tadını çıkarmayı artık eski günleri bile güzellikle yad etmiyoruz, edemiyoruz. “Eski günlerdeki gibi” ile başlayan cümleler gittikçe azalıyor. Çünkü birçok şey tekdüze bir hal aldı. Çevreyle, dostlarımızla, akrabalarımızla ve en önemlisi kendimizle muhabbetimiz kesildi. Bunda ne yazık ki teknolojinin çok büyük bir etkisi var. Çocukların ellerinde tabletle, telefonla saatlerce vakit geçirdiğine tanıklık ediyoruz. Çocuklar bisikletten düşmüyor, elbiselerini çamurda kirletmiyor, dizlerini kanatmıyor; ebeveynlerin de bu durum işine geliyor. Fakat ne yazık ki ilerleyen yıllarda anıları ve hayal gücü gelişmemiş bireyler yetişiyor. Günümüz yetişkinleri de aynı şekilde bu çekime kapılmış durumda. Özlemini hissedeceğimiz anıların azalması da bundan kaynaklanıyor. Teknoloji hayatımızı ve aktivitelerimizi fiziksel olarak daha güvenli ve kolay bir hale getiriyor, bu bir gerçek. Fakat elimizden düşüncelerimizi ve gelecekte hoş bir şekilde yad edilecek anları alıyor. Anın tadını çıkarmaya odaklanmıştık, hepten tadımızı yitirdik.
Bireyselleşmenin moda olarak görüldüğü çağımızda bu durumdan kaçışın tek yolu teknolojinin kıskacından kurtulmak. Vefaya, muhabbete, samimiyete bağlı bir yaşam mümkün. Yol yakınken, ki yaşarken her zaman yol yakındır, bunun bilincine varıp yaşamımızı düzenleyebiliriz.