“Sevin ama öpmeyin.” Demiş ve orda kalmıştık. Bakalım bu hafta neler var? Doğum telaşesinin yanı sıra güzel bir türkünün de doğuşu var sırada…
Bebek kundaklandıktan sonra göbek adı ebe tarafından söylenerek babaannesinin kucağına verilirken ebe de bahşişlenirdi. Bebek erkek ise ve ailenin durumu da müsaitse bahşiş için altın esirgenmezdi. Bazen burmalı bileziğe kadar varırdı oğlan bebeğin bahişi. Doğum yorgunluğunu üstünden atmak üzere ebe başka bir odaya alınır hemen şehrin en iyi kebapçısından tepsiyle kebap getirtilir, ayran ve mevsim meyveleriyle birlikte servis yapılırdı. Yemekten sonra ebe iyi dileklerle uğurlanırken ebenin de ev sahiplerinin de yüzlerinden menuniyetleri belli olurdu.
Yatağına alınan taze anneye güç ve kan olsun diye pekmezli bulamaç ve ya kayganağ yedirilirdi. Yedirilirken üç kez “Bulamaç bulamaç ağzım dolî, qarnım aç.” diye bir tekerleme söyletilirdi. Nefse anneye üşütmemesi için soğuk hiçbir şey verilmezdi. Göbeği kalmasın, karın bölgesindeki kan aksın diye nefsenin karnı bir çarşafla iyice bağlanır ve bu çarşaf birkaç gün bağlı kalırdı. Eğer sancısı varsa enesün veya kekik kaynatılır içirilirdi. Sancının geçmemesi durumunda buğday veya arpa unu, soğan, meyremxort ve kekik karışımından oluşan bir hamur yapılır nefsenin karnına çekilirdi. Nefse kadına nazar değmesin diye mavi gecelik sabahlık giydirilir ve başına da mavi yazma bağlanırdı.
“Ağlama yar ağlama
Mavi yazma bağlama
Mavi yazma tez solar
Ciğerimi dağlama…” Celal GÜZELES
1987 yılında Sakarya’da görev yaparken bir vesileyle rahmetli Celal Güzelses’in Sakarya’da ikamet eden kızkardeşi Adalet Hanımlara misafir olmuştum. Rahmetli Adalet Hanım tam bir Diyarbekir hanımefendisi gibi giyinmiş, kızı Jale hanıma bizler için Diyarbekir mutfağından leziz yemekler yaptırmıştı. Hasta yatağında güler yüzüyle bizi karşıladı, o kadar mutluydu ki bu mutluluğu yüzünden okunuyordu. Yedik içtik muhabbet esnasında Celal Bey’den söz ederken hep ağabeyim diye hitap ediyordu. Çok kibar bir bayandı. Anılarını anlatırken gözleri maziye dalıp dalıp gidiyor bazen yüzünü mutluluk bazen de hüzün kaplıyordu. “Eşimle sorun yaşadığım bir dönemde doğum yapmıştım. Ağabeyim doğum yaptığımı duyunca beni ziyarete geldi. Ben lohusa yatağımdaydım. Başımda da mavi yazmam vardı. Ağabeyim içeri girince benim hüzünlü halimden etkilenerek o anda oracıkta –AĞLAMA YAR AĞLAMA- şarkısını mırıldandı. Unutulmaz bir eser böylece doğmuş oluyor. Duygu böyle bir şey işte bir bakış bir gülüş bir ah çekişte patlayıverir *ansızın…
Doğum sonrası bebeğin babası ilk defa odaya girince babaannesi bebeği iki elinin üstünde tutarak adeta tartarcasına babayı karşılar ve “Sen mi ağır, bebek mi ağır? diye üç kez sorar, baba da üç kez “Bebek ağır.” diyerek bebeği alnından öperdi. Bebeğe üç ezan okununcaya kadar bir şey verilmez üç ezan okunduktan sonra büyükbaba veya amca tarafından bebeğin önceden belirlenen bir adı varsa kulağına okunur böylece adı da konmuş olurdu. Tatlı dilli, güzel huylu olduğu bilinen biri tarafından bebeğin ağzına parmakla bal sürülürdü. Geleneklere göre çocuk güzel huylu ve tatlı dilli olur hem de ilk kakasını rahatlıkla yapardı.
Ağuz dediğimiz ilk sütün birkaç damlası sağılarak ayak değmeyecek bir yere akıtıldıktan sonra bebek emzirilirdi. Meme başı çatlamasın diye bebeği emzirdikten sonra meme başına kesilen kuru soğan sürülürdü.
Bebeğe adı aile büyükleri tarafından verilirdi. Anne baba ad vermede pek etkili değildi. Ziyarete adaklı olanlara en yaygın olarak Şeyxmûs, Sultan, Zülküf, Belkîse, Veysi, Veysel, Vesile, Qaranî, Geylanî, Seydoş, Bubê, Sadık, Aziz ve Azize gibi adlar verilirdi. Soyun devamı gelsin, ölülerin adı yaşasın diye dedelerin nenelerin adını veren aileler çoğunluktaydı. Üç aylarda doğanlara; Recep, Şaban, Ramazan, Remzi, Remziye bayramda doğanlara; Bayram, art arda kız doğuranlar; Songül, Yeter, Sonay, Soner, Dürdane çok doğuranlar ise Dursun gibi adlar verirlerdi yeni doğan bebeklerine. Bebekleri yaşamayanlar ise genelde Yaşar adını tercih ederlerdi. Dini isimler de çok yaygındı; Ahmet, Mehmet, Mustafa, Abdullah, Ömer, Ali, Sıddık kız çocuklarında; Xecê (Hatice), Ayşe, Fatma…
Şen ve esen kalın ama n’olur yüreğiniz Diyarbekir’de kalsın.
*ÖZÜMSEN DİYARBEKİR Birsen İNAL lis Yanınevi