Pierre Bourdieu’nun Eril Tahakküm (Masculine Domination) kitabında derinlemesine incelediği erkek egemenliği, toplumsal yapılar ve iktidar ilişkileri çerçevesinde, günümüz kadın cinayetleri ve genç erkeklerin erkeklik algısı üzerine önemli bir bakış açısı sunar. Bourdieu, erkek cesaretinin, eril düzenin ve bu düzenin güç ilişkisinin kendini dayatması sürecinde nasıl kurulduğunu anlatır. Erkek egemenliğinin tarihsel süreçte kadınları ötekileştirme yoluyla nasıl meşrulaştığını ve bunun bugün hala toplumsal yapılarda yeniden üretildiğini açıklar.
Pierre Bourdieu, kadın ve erkek arasındaki anatomik farklılıkların zamanla toplumsal bilinçaltına yerleştiğini verdiği örneklerle bize gösterir. Genel olarak kadınlar, erkekliğin daha üstün olduğu, kadına dair aşağılayıcı imgelere katılırlar. Çünkü kadın, erkeğin gururla sergilediği, övündüğü taraflarını örtmek ve saklamak zorunda kalmıştır. Örneğin, evlenmeden önce bele kuşağın bağlanması, kadının bedeninin kapalılığının işaretlerinden birisidir. Kadın zamanla bu durumu kabullenir ya da normal olarak görmeye başlar ve ileride büyüteceği nesli buna göre yetiştirir. Böylece bu tahakküm yıllar boyu süreklilik sağlar.
Erkeklik, diğer erkeklerin önünde ve onlar için, kadınlığa karşıt olarak, her şeyden önce kişinin kendi içindeki bir tür dişil korkusu içinde inşa edilir. Cesaret denilen şeyin de çoğu zaman bir tür korkaklık olduğunu belirtir. Yani erkekler, çoğu zaman cesaretle atıldıkları şeyleri, dişillik korkusuyla, onlardan ayrı olduklarını kanıtlamak için yaparlar.
Bu iki önemli düşünce, erkek egemenliğinin toplumsal yapılar ve sembolik şiddet yoluyla nasıl sürdürüldüğünü anlamamıza yardımcı olur. Erkekler cesaretlerini kanıtlamak için, toplumsal olarak içselleştirdikleri bu dişil korkusunu yenmek amacıyla eril davranışlar sergilerken, kadınlar da zamanla bu tahakkümü kabullenip içselleştirirler. Bu döngü, hem eril hem dişil rollerin toplumsal normlar tarafından pekiştirilmesine neden olur ve kadınların toplumsal ötekileştirilmesi devam eder.
Diyarbakır ve İstanbul gibi şehirlerde yaşanan kadın cinayetleri, Bourdieu'nun bu kuramlarını anlamak açısından oldukça çarpıcı örnekler sunmaktadır. Bu olaylar, erkeklerin güç ve iktidar peşinde koşarken, toplumsal cinsiyet rollerini radikal bir biçimde nasıl pekiştirdiğini gözler önüne serer. Bourdieu'nun belirttiği gibi, erkek cesareti ve eril düzen, kendi varlığını sürekli ispat etme gereği içinde değildir çünkü bu düzen, tarihsel olarak meşruiyet kazanmış ve içselleştirilmiştir. Kadınlar ise bu yapı içerisinde ötekileştirilmiş, ikinci plana atılmış ve marjinalleştirilmiştir.
Kadınların Ötekileştirilmesi ve Ataerkil Düzenin Devamlılığı
İnsanlık tarihindeki ilk ötekileştirme olarak kadınların dışlanması, eril düzenin temel yapı taşlarından biridir. Bourdieu, kadınların bu tarihsel dışlanma sürecinin, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştiren ataerkil sistemle nasıl bütünleştiğini vurgular. Kadınların toplumsal alanlarda pasif bir konuma itilmesi, onların hem sosyal hem de siyasal anlamda güçsüzleşmesine yol açmıştır.
Bourdieu'nun belirttiği gibi, erkek egemenliği ve onun yarattığı toplumsal yapılar o kadar köklüdür ki, kadınların, hatta feminist örgütlerin dahi bu sistemin içinde zaman zaman ataerkil davranışlar sergilediği görülmektedir. Feminist örgütler, toplumsal yapıya karşı meydan okuma misyonu üstlenseler de, Bourdieu’nun kavramsallaştırdığı sembolik şiddet, onları dahi kapsayacak şekilde işlemektedir. Muhafazakâr gruplar gibi feminist yapılar da zaman zaman "kabuğuna çekilme" eğilimindedir. Bu, kadın asosyalizasyonunun başka bir yönüdür ve her türlü ideolojik yapı içinde—ister seküler, ister dini—kendini gösterir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği karşısında herkes kendi cephesine çekilir ve olan biteni uzaktan izler.
Jahrein ve "İncel" Kavramı
Son dönemde, özellikle genç erkekler arasında popüler olan sosyal medya fenomenlerinden Jahrein gibi figürler, erkeklik kavramını farklı açılardan tartışmaya açsa da, bazı kavramlar erkek düşmanlığını körükler hale gelmiştir. "İncel" kavramı buna iyi bir örnektir. "Involuntary celibates" (isteksizce bekar kalanlar) kelimesinden türetilen "incel" terimi, kadınlara erişim sağlayamadığı için toplumsal öfke biriktiren genç erkekleri tanımlar. Bu kişiler, kadınları bir nevi "erkeğin hakkı" olarak görüp, erişemediklerinde ise büyük bir düşmanlık beslerler. Sosyal medya, bu düşmanlığı besleyen ve körükleyen bir mecra haline gelmiştir.
İstanbul’da yaşanan İkbal cinayeti, bu kavramın trajik bir örneğidir. Katil, kadınlara karşı duyduğu derin öfkeyi ve erkekliğini ispat etme çabasını bu cinayetle gerçekleştirmiştir. Bourdieu’nun bahsettiği erkek egemenliğinin meşrulaştırılması, bu genç erkeğin zihninde içselleştirilmiştir. Ataerkil yapılarla beslenen "erkekliği üstün görme" anlayışı, bireyleri böyle trajik sonuçlara götürebilmektedir.
İncel hareketi, erkekliğin üstünlüğünü savunan ve kadınları hedef alan bir kavram olarak, toplumdaki erkek şiddetini yeniden üretir. Kadınlara erişim sağlayamayan erkeklerin kendilerini güçsüz ve değersiz hissetmesi, bu tür hareketlerle birleştiğinde, kadın düşmanlığını körükler. İstanbul’daki İkbal cinayeti, bu kavramın ve zihniyetin korkunç bir tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sonuç olarak, Bourdieu’nun kuramları ve "incel" gibi kavramların toplumda nasıl bir erkeklik algısı yarattığına dair değerlendirmeler, kadın cinayetlerinin toplumsal kökenlerini anlamamız açısından hayati önemdedir. Toplumun her kesimi, kadınlar ve feminist örgütler dahi, bu köklü ataerkil düzen içinde zaman zaman kaybolabilir. Ancak bu sorunlara dikkat çekmek, eril düzenin ve sembolik şiddetin farkına varmak, toplumsal değişim için ilk adımdır.