ERİL TARİH DE KADINI DIŞLADI
MÜMİN AĞCAKAYA
Doğayla uyum içinde yaşayan insanoğlu, artık-ürünün ortaya çıkmasıyla birlikte toplumsal farklılıklar da başladı. Toplum; yönetenler ve yönetilenler olarak ayrışırken, evde de erkek daha baskın hale geldi. Ortaya çıkan bu sınıf ve cins farklılaşmasıyla birlikte insanoğlu; daha önceleri bilmediği eşitsizlik, adaletsizlik, baskı ve sömürü gibi; yeni kavram, anlayış ve uygulamalarla karşılaştı. Erkeğin sosyal statüsündeki değişimle birlikte farklılaşarak egemen hale geldi. Erkek iktidar olmaktan kaynaklanan ayrıcalıklı konumunu korumak için şiddet dahil her türlü araca baş vurmaktan, onu kullanmaktan çekinmedi.
Dil, edebiyat ve sanata kadar birçok yaratım dalı da sürekli bu erkek egemenlikli yapılanmayı besledi. Öyleki; mitolojik söylencelerden, varoluş destanlarına kadar bütün anlatımlar da; benzer biçimde ataerkil düşünceye göre şekillendi. Sümer şehir devletlerinde bu yaklaşım daha sistemli bir hale getirildi. Kralın ya da tanrı-kralın kahramanlıkları, çıkarılan kanunlar, buyruklar rahipler aracılığıyla kil tabletlere yazıldı. Bu tablet yazıcıları, kendi cinsinden olan tanrı-kralları yüceltirken, tanrıça-kraliçeleri de yok sayan, yeren ve küçülten bir dil kullandı.
Tarım devrimi döneminde birçok devrimsel buluşu sağlayan kadının başarıları; rahip tablet yazarları ve vakanüvisler tarafından görmezden gelindi. Yani erkek egemenlikli tarih yazıcıları ilk toplumsallaşmayı başlatan cinsin tarihini yazmaktan kaçındı. Sümerlerden itibaren de tarih yazımı bu şekilde devam etti.
Sümer uygarlığında, ideolojik kurgulanmayı üreten ve köleliği, gönüllü olarak topluma kabul ettiren, zigguratlardaki rahiplerin rolü büyük oldu. Egemen sistemin eril ideolojileri, orduyla birleşince, daha da güçlendi. İdeolojik ve kurumsal yapılanmalarla kendini doğallaştırdı. İkna olan kitleler gönüllü olarak eril zihniyetten kaynaklanan her şeyi kabul etti. Böylece zigguratlardaki rahiplerin yardımıyla toplum; kendi gönüllü köleliğinin esiri olacağı, uzun ve sıkıntılı bir tarihsel sürecin kapılarını aralamış oldu.
Sümer’le başlayan, zamanla değişime uğrayarak ve inceltilerek sürdürülen eril iktidar, anaerkilliğe ait her şeyi kendi lehine değiştirmeye başladı.
Sınıflı egemenlik sistemlerinin tümü eril karakterli olduğundan bu sistemlerin yürütücüleri tarafından çıkarılan bütün yasalarda, mitolojilerde; sanatta, edebiyatta kısacası, hayatın her alanında sürekli işlenerek, toplumun kanıksaması, içselleştirilmesi pekiştirildi. Toplumun bu konudaki belleği devamlı yenilendi.
Kadınların ve çoğunluğun tarihi ya tamamen yok sayıldı, ya da çarpıtılarak marjinalleştirildi. Neolitik devrimle toplumsal gelişimde ve tarihi yapmada özne olan kadın, nesne konumuna indirgenerek; kendi tarihlerini yazmalarına fırsat verilmedi. Yönetimlerden dışlandı. Bilgi ve bilgi üretimini de elinde tutan erkek; tarih yazımında kadına minimal bir rol verdi.
Tarih, toplumun belleği olma özelliğini de taşıdığından, kadının tarihe kaydedilmemesi; eril cins tarafından zayıf tutulma çabası bilinçlidir. Çünkü tarihten öğrendiğimiz kadarıyla hiçbir kesim iktidarını zorunlu olmadıkça başkasıyla paylaşmayacağıdır.
Kadın bir özne olarak yazılı kaynaklarda yer alamadığı için tarihsel süreçte bellek kaybına uğradı. Tarihsel belleğini güçlendiremeyen kadın; kaderini belirleyemedi. Beş bin yıldır süregelen bu durum kadını toplumsal yönetimde iradesizleştirdi. Eve hapsoldu. Kölenin kölesi oldu.
İktidarlaşan ataerkil düşünce kendini bireyler başta olmak üzere, oluşturulan kurumların hepsinde; enküçük birimlerine kadar örgütledi. Erkeğin iktidar olma ve bunu sürdürme hırsı; aradan geçen binlerce yıllık süreçden sonra adeta genetik özellik kazanarak yaşamın her alanına sindi.
Ancak bunlara rağmen; cins bilincinin gelişmesiyle kadının mücadelesi daha güçlü ivme kazanacaktır.
Kadınların ve ezilen çoğunluğun; kendilerinden çalınanları geri almaya başladıklarında gelecek; daha aydınlık ve güneşli olacaktır. Böylesi bir yenidünyada ise eril zihniyet kutuptaki buzullar gibi eriyecektir.