Elimizdekilerin kıymetini ne kadar biliyoruz. Yani sahip olduklarımız bizim kontrolümüzdeyken kıymetini neyle ne kadarla sınırlı tutuyoruz. Bütünüyle
sahiplenmemiz söz konusu mu? Ya da “Böyle gelmiş böyle gider” gibi bir
mantıkla mı hareket ediyoruz. Elimizdekiler ne, sahip olduklarımız ne, sahiplenmemiz gerekenler neler. Bunlar aslında yaşamımızın her evresinde beyin trafiğimiz içinde sorgulamamız gerekenler.
Nedir bunlar.
Bunların sayısı sayılamayacak kadar çoktur.
İşimiz, eşimiz, çocuğumuz, çevremiz, ailemiz, sevgilimiz, arkadaşımız, dostlarımız, ait olduğumuz toplum ve bu toplumun farklı statüsündeki insanlarımız.
Bunlar elbette ki en temel olanlar. Alt alta yazmaya devam etsek bu örneklere benzer hayatımızın gerçek kıymetlerini fazlalaştırmak mümkün.
Büyüklerimiz, hepimize ‘elinizdekilerin kıymetini bilin’ gibi önemli uyarıyı yapmıştır. Çok azımız bu uyarıları dikkate almışızdır. Ve kaybettikten sonra hayıflanmışızdır.
Ve de her zaman şu dört kelime ağzımızdan çıkmıştır;
“Keşke şimdiki aklım olsaydı”
Ancak, hiçbir yaş evresinin akıl stratejisi birbirine paralel yürümüyor. Hepimiz mutlaka bizim için çok önemli olduğu halde, sürekli bizimle birlikte olduğu için Bazı şeylerin kıymetini bilememişizdir. Büyüklerimizde zaten böyle tecrübeleri yaşadıkları için bize örneklerle bu hitapları yaptılar.
Dün bunları düşündüm ve yazma gereği hissettim. O kadar çok kaybetmişiz ki, çoğu kıymet vermediğimizden kaynaklı kaybedişler. İşte böyle bir hareket anında ‘kaybettiklerimizin kıymetini elimizdeyken neden bilemedik’ gibi bir düşünce moduna girdiğim için mutluyum. Çünkü şimdi var olan her şeyin kıymetini enine boyuna ölçüp biçiyorum, kaybetmeden kıymet veriyorum. Kıymetleri çoğaltmak gerektiğine inanıyorum. Evet, kaybetmeden kıymetleri çoğaltalım.
Galiba mutlu olmanın sırları burada saklı.