Eleştirinin olmadığı yerde canlılık yoktur. Eleştiri; sıradanlığı, sıkıcılığı yarma hareketidir ve yaman bir serüven güzelliğini taşır. Eleştirinin sokulmadığı tabuların, doğmaların olduğu yerler, ölü yerlerdir! Buralarda soluk alıp verilemez! Bütün ‘’izm’’ler ve dinler, eleştiriye kapalı oldukları için çerçevesi çizilmiş mezarlık yerleridir zaten! İnsanlar da tanıdıkları orada yattığı için oraya sık sık uğrayan çaresizlerdir. Dinlerde Şeytan, bir eleştiri simgesi olarak boy verir. Satanistler de eleştiriyi suistimal eden suikastçılardır. Çünkü eleştiri hiçbir zaman ‘’öldürme’’, ‘’kötülük yapma’’, ‘’çamur atma’’ seviyesizliğine inemeyecek kadar ciddi, düzeyli ve saygın bir eylemdir.
Peki, niye eleştirinin olmadığı yerde ‘’canlılık’’ yoktur diyorum. Değişmeyen tek şeyin değişim olduğu belirlemesi herkes tarafından bilinir. Bu belitte olduğu gibi, yaşam da durağan değil. İnsanların ataları günümüz insanları gibi ‘’yakışıklı ve güzel’’ değillerdi. Olanakları da bugünkülerle kıyaslanamazdı! İncir yaprağını bile örtünemeden geçen yüzyılları bir düşünün!
SULARIN DİBİNE SÜZÜLEN
Deniz
Meşaleleriyle mavi
Sonsuz bir yürüyüşte
Ben kıyıda bir karaltıyım
Derin bir iç çekişte
Kesildi çırpınışlarım
Suların dibine süzülen
Birinin sakinliği var üzerimde
Dindi kuduran fırtınalar
O çılgın gençliğimin yelkenleri indi
Yüreğim
Uykulu bir çocuk şimdi
Söndü yüreğimdeki volkanlar
O kederden geberdiğim aşk acıları
Ve o mutluluktan kanatlandığım anlar
Bulutların üzerinde yürürdüm
Kuşların dilinden anlardım
Canlı ve cansız bütün varlıkların da
Kahkahalarım ben nerdeysem orda
Ve sonra o gözü kanlı eylül
Kudurmuş vahşet ablukası
Ve irkilten düş kırıklıkları
Ve kuytularda iri iri gözyaşlarım
Kesildi çırpınışlarım
Suyun dibine süzülen birinin sakinliği içinde
Öküzler kadar durgunum
Geri gelsin de istemiyorum o bunalımlı yıllar
Eylül sonrası alkole battığımız anlar
Kafayı yemiş arkadaşlar da olmasın yakınımda
Acılaştığımız günler bir daha yaşanmasın
Ben eski kendime bile katlanamam artık
Geviş getiren öküzler kadar sakinim
Palmiye ağaçları ve rengarenk begonyalar
Kauçuk yapraklı ağaçlar ve Akdeniz
İçkilerin su gibi aktığı musluklar
İçesim bile yok
Su köpüğü güzelliğinde
Güneş damlası kamaşıklığında
Ve bulutlar apaklığında kadınlar
Çok da ilgimi çekmiyor
O kahreden anılar da silikleşti
Vahama ulaşmasın iblisler bir daha
Barbarlarla boğuşmaktan usandım
Şiirin ayartıcı sirenlerine de kulak tıkıyorum
Hızlı vurmasın yüreğim
Tırnakları uzamasın kuytulara gömdüğüm aşkların
Kalbimi kazımasın
Yeniden o gözü kanlı acılara katlanamam
Kesildi çırpınışlarım
Suların dibine süzülen birinin sakinliği var içimde
O aptal öküzler kadar durgunum
AYDIN ALP
(TUFANLARDAN ARTAKALAN J&J YAYINLARI 2015)
Bunları niye anlatıyorum? Eleştiriyle ne ilgisi var, diyeceksiniz! Şimdi ben artık edebiyat olarak yer alan bir türden söz etmiyorum. Bu edebi türün mayalandığı yaşan dürtüsünden söz ediyorum.
Eleştiri, her şeyden önce ölüme başkaldırı ruhu taşır ve yaşam yüklüdür.
İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez.’’ Antoine de Saint – Exupêry/KÜÇÜK PRENS
NOT: Art arda gelen devasa organizeli kötülüklerden kaçıp sığındığımız her yıl, bir önceki yılı aratır oluyor! 2022 de önceki uğursuz yılları aratacaksa, yazıklar olsun karanlıklara ve karanlıkları yaratanlara, buna alkış tutanlara ve seyirci kalanlara; yani toplum olarak küçükten büyüğe hepimize! Ve en çok da egemenlere!
Çocukların aç yatmadığı, büyüklerin gelecek kaygısı taşımadığı yarınlar adına, her şeye karşın yine de yeni yılın özgürlükleri taşıyan bir yıl olmasını diliyorum. Biz Diyarbakırlılar iki inat da bir murattır deriz. Murat almak adına diyorum: Eşit ve özgür bir hayat adına, barış için inatla, demokrasi için ve mutlaka!