Kendisi ya da yakını hastalanan, tedavi görmek isteyen her gazetecinin başvurduğu adresti. Gazeteci camiasında yakını ya da kendisi hastalananların tamamı onu arardı, hastane işlemleri rahat yürüsün, tedavisi daha kaliteli yapılsın diye.
O, kim ararsa arasın aynı ihtimamla, ayırım yapmadan ilgilenir, sonrasında da takibini sürdürürdü. Gençti, aileden Diyarbakır beyefendisiydi.
Ben de yıllar önce, ‘rahatsızım’ dediğimde arkadaşlar,Yılmaz’ı arayalım demişti. O zaman tanımıyordum, ancak o beni tanıyordu, karşılaştığımızda da amcası ile ilgili yazdığım yazılardan dolayı beni tanıdığını söyledi.
20 Kasım 1992 tarihinde Bağlar ilçesinde karanlık güçler tarafından katledilen devrimci kişiliği ile bilinen Namık Tarancı’nın yeğeniydi Yılmaz Tarancı. O katledildiğinde Yılmaz tahminen 4-5 yaşlarındaydı. Memorial hastanelerinin basın yayın halkla ilişkiler sorumlusuydu. Hastane içinde ve dışında sevilen pozitif bakışlı, pozitif enerjili, etrafına samimiyet sunan genç bir Diyarbakırlıydı. Aynı zamanda Cahit Sıtkı Tarancı’nın da akrabasıydı.
Gel de böyle bir adamı covid-19 denen illete kaptır.
Çok üzüldüm, çok üzüldük. Ölüm haberini Tahir Elçi’yi katledildiği dört ataklı minarenin önünde andığımız saatlerde aldık. Önce inanmadık, bir süre daha bekledik, yoğun bakım falan derken, süreyi kendimize göre uzattık, bir umutla.
Ona üzülürken, Diyarbakır’da yaşayan güzel insanların, karanlık güçler tarafından katledilen o güzel insanların anısına saygıyla eğildim. Tahir Elçi’yi, Yılmaz’ın amcası NamıkTarancı’yı ve de Yılmaz’ın kendisini ruhumda ölümsüzleştirdim, duyarlı herkes gibi.
Avukatlar, baro adına Tahir Elçiyi anmayı devam ettirmek üzere yeni köy mezarlığına giderken, biz de Nizam, Seyfi ve Aziz ile birlikte bir süre saklı konakta dinlendikten sonra Yılmaz’ın defnedileceği Mardin kapı mezarlığına doğru yol aldık. Ona karşı sorumluluğumuz söz konusuydu, hastalıklarımızın iyilik meleği gibiydi.
Eşimin rahatsızlığında, yoğun bakım sürecindeki ilgisini hiç bir zaman unutmayacağım. Eşimin ölümü sonrasında bizim gibi gözyaşı döken o güzel çocuğun yüzünü hep hatırlayacağım.
Mezarlığa gittiğimizde, babasının mezarını açtıklarını gördük, yer olmadığı için onu babasının kucağına bırakacaklardı. O işlemler uzun süreceği için genç arkadaşlar beni oradan uzaklaştırdı, Yılmaz’ a son görevlerini yapmak üzere beklediler. Akşam saatlerinde, Yılmaz’ı ebediyete uğurladıklarını haber verdiklerinde yüreğim bir kez daha burkuldu.
Normal ve vakitsiz ölümleriyle coğrafya kader mi, keder mi, bilemiyorum! Konuyu bir bilenle, Şeyhmus Diken’le tartışacağız artık.
Naci Sapan