Eksikliğin bilgisi üzerinden yöntem geliştirebilir mi?
Yöntemsel olarak ipuçlarıyla analiz edilen bilgi ispatlanabilir mi?
Tasarım ve duygulanma yanılsama mıdır öze dönüş mü?
Yazıya bu sorularla başlama amacım kuramsal tartışmayı zihinlerde ön bilgileri yoklayarak analize tabii kılmaktır. Burada üzerinde derinleşmek istediğim:” eksikliğin bilgisi” inşa ve kurmaca diyalektiği “ ve yanılsama ile hakikat” kavramlarını insan davranış ve söylemleri üzerindeki etkisi ve bunların psikodinamik dışavurumları,
EKSİKLİĞİN BİLGİSİ
Dilin anlamsal örgütlenme sağladığı ve kültürün ana gövdesi olduğunu daha önce konuşmuştuk. Fakat dil istenilen hiçbir anlam sürecinde duygusal yahut fikirsel meramı bütünüyle karşılayamaz. İste tam da bu nokta itibariyle insan ontolojisi eksikliğin üzerinde şemalanır.Eksik olan şema kendini bir ve bütün kılmak için olabildikçe kuramsal bilgi yüklemesi yapmak isteyecektir. Ama bu beyhude çaba insanın kendi eksik ve yetersiz oluşunu gizleme tanımına evrilecektir. Bu durum söz konusu olduğunda insanin tüm düşünce ve duygusal ilişkilenmeleri, sıfatlamaları, tanımları eksik olanın üzerinden kurularak, yeniden inşa süreci sarmal bir devinimle akıp gidecektir yeniden inşa sürecin insana getirdikleri veya insan götürecekleri neler olur?
KURAMSAL İNŞA -KURMACA DİYALEKTİĞİ
İlişkisel insan için dilin anlamsal üretiminin sağlanması dilin her türlü argümanı ile sahada olması istenir. Dilin yeniden bir inşa sürecine girmesi için eksik olanın yada ön bilgi öğrenmelerinin arasında nöropsikolojik , nörolojik yahut psikoljik boşluk oluşması şarttır.Anlam kurma bu boşluklar içinde kendine suyun eğri bir zemindeki akışı gibi yol bulur.Takdir edersiniz ki bu yol güdümlü konsantrasyona sahip değildir.Kim bilir belki de bu sarkastiğe kaçan inşa süreci fütürizm başta olmak üzere diğer çağdaş sanat perspektiflerinin oluşmasını sağlamıştır. Yazın dünyasında basit bir önerme üzerinden eser üreten yazarın eseri sanıldığının aksine orijinal bir eser değildir artık, çünkü o basit önerme inşa sürecine girmiş değişime uğramıştır. Ortadaki eser artik kurmacadır. Akabinde eseri okuyan her insan için var olan eser yeni bir inşa ve kurmaca diyalektiği arasında senztezlenip durur. Süregelen bu değişimsel dizgi bizlere şu soruyu ısrarla soruyor, dil ve beraberinde getirdiği tüm sosyolojik ve kültürel oluşumlar yanılsama mıdır yahut hakikat?
YANILSAMA MISIN, HAKİKAKT MİSİN?
Fransız filozof ve psikanalist Michael Foucault “ Görünen şey hiçbir zaman söylenen şeyin içine sığmaz” der. Lacan ‘ın şu sözü adeta Foucault’a nazire niteliği taşır “Daima doğruyu söylerim. Ama doğrunun tamamını değil. Çünkü doğrunun tamamını kimse söyleyemez. Her şeyi söylemek imkânsızdır. Yeterince kelime yoktur. Doğruyu, gerçek olana yaklaştıran da bu imkânsızlıktır” imkânsızlığın büyüsel gerçekliğiyle hemhal olan insanın yanılsaması dilin bütünsel eksikliğinden kaynaklanıyor diyebiliriz. Hakikatten yanılsamaya giden yolun mihenk unsurlarından biri olan retorik ise; kitlesel hakikatin perdelenmesi amacına hizmet eder retoriğin kitle psikolojisi üzerindeki uzamsal irrasyoneliği kendini psikopatik kişiliklerde fazlasıyla ortaya koyar. Dil ve söylemsel ister tekil anlamda isterse de kitlesel anlam üretmede mutlak anlamdak kendini eksikliğin gölgesinde yaratmaya çalışır ama defatle söylenebilir ki bu yaratım süreci noksandır. Yazımızı usta yazar Cengiz Aytmatov’un anlamlı bir sözüyle bitirelim. “ Bütün duyguları anlatmaya yetecek kadar kelime yoktur, gerek te yoktur”
( Sevgiyle)