Döviz tavan yapıyor, merkez bankasının müdahalesi boşa çıkıyor.
İş dünyası isyanda, ‘battık-gidiyoruz’ sesleri yükseliyor.
Gidişat iyi mi?
Değil.
Neden derseniz, iki örnekle anlatmaya çalışayım.
Önceki gece bir grup işadamı ile yemek sohbetindeydik. Masada gündem ekonomiydi. Döviz yükselişi, faiz, krediydi.
‘Böyle devam ederse altında kalırız’ gibi çok net ifadeler kullandılar.
Ekonominin bu haline bile razı durumda olan işadamları, 30 Mart’a kadar ekonomik krizin devam etmesi halinde yeni yatırım yapmalarının zaten mümkün olmadığını, mevcut işyerlerini dahi kapatabileceklerini, istihdam ettikleri işçilerin bir kısmını işten çıkarabileceklerini üzgün ifadelerle dile getirdiler.
Türkiye genelinde durum bu, Diyarbakır ve bölgede de çok farklı değil.
Giderek fakirleşiyoruz.
Gece işadamlarının bu anlatımları ile kafa yorarak dalıp gitmişim.
Sabah uyanıp, sokağa çıktığımda gördüğüm manzara, beni yeniden gece sohbetine dönmeme neden oldu.
Ekonomik krizin ve gelinen noktanın vahametine işaret eden bir tablo vardı karşımda.
Hafif çiseleyen yağmur altında yürürken Diyarbakır ekmek fırının önünde adeta birbirlerine sarılı vaziyette yakın plan oturan ve kendilerini yağmurdan korumaya çalışan 20’ye yakın kadın ve genç kızın görüntüsü gelecek adına içimi ürpertti. Çok zaman aynı yerde oturan birkaç kadın ve genç kız görürdüm. Sabahın sekizinde ilk kez bir ekmek beklentisiyle bu kadar insanı bir arada gördüm.
Oturma sadece bir ekmek beklentisi için.
Ve sadece tesadüfen tanık olduğumuz bir tablo.
Benzeri tabloların var olduğundan hiç şüphem yok.
Ortada bu tablolar varken, gözler önündeyken, bunları düzeltme gibi bir gayretin olmadığının da tanıklarıyız. Ülkeyi idare etmek için bu halktan icazet alanlar ne yapıyor?
Paralel devlet savaşı yapıyorlar.
Millet aç, sefil, perişan.
Devlet paralel olsa kaç yazar, sabit olsa kaç yazar.
Eskiden de derindi.
Sonuç; bunlar gelip geçer, bıraktığınız iz önemli!