Moğol kardeşim Antalya’ya eğitime gidiyordu. Arkadaşlar, Aydın Hoca’yı niye götürmüyorsun, dediler. O da, Aydın Hoca bize zalimsiniz diyor. Sana katlanamıyorum, sürünüze nasıl katlanacağım, diyor. Onu nasıl götüreyim dedi. Ben de ona, niye beni Dağkapı’daki mitingde ateşe vermek için çağırıyordunuz, dedim. Bana yanıt olarak dedi ki, hocam gelir bize şiir okurdunuz. Belki bizler de “Yaşasın devrim!’’ derdik. Bakarsın da sen, oradan uluyarak çıkardın, dedi.
Salih Hoca, ben dizimden şikayetçiydim. Doktora göründüm. Bana, romatizma başlangıcı, dedi. Tatile gittim. Kumlara gömüldüm ve iyileştim. Ben de ona Diyarbakırlı biri, bizim güneşimizin altında nasıl romatizma olur, dedim. Bana, Aydın Hoca, ensesine kadar güneş paneli haline boşuna mı gelmiş! Dünya umurunda mı, dedi.
ZALİM KRAL VE KAWA’NIN ÇOCUKLARI MASALI
(3)
Adabınca çorba bile içemeyecek biri
Bu ülkeye kral olmuş
Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş da
Bağırıyor da çağırıyormuş
Sıçrıyor da tepiniyormuş
Isıtılan sularda kurbağalar misali insanlar
Vırak da vırak, vırak da vırak!
Kral da konuşuyormuş da konuşuyormuş
Bütün meydanlarda
Bütün salonlarda
Bütün evlerde
Yatak odaları da dâhil
‘Sonuna kadar…’ diyormuş
‘Bütün dünya…’ diyormuş
‘Güneşi de indireceğim’
Ayı da, yıldızları da…
Düşmanlar da düşmanlar …’ diyormuş
Soyup soğana çevirdiği ülkeyi
Sonra da yakıp yıkıyormuş!
(4)
Şimdi ben bu kralın baktığı aynaya
Bakıp da kendini dev gördüğü bu aynaya
Şöyle bir okkalı tükürsem
Bu alçak, yüzünü mü temizler
Aynayı mı yoksa?
Temizlenecek yüzü mü var ki dostlar!
Alçak da ha bire konuşuyormuş!
(İzin verin, bu kadarcık da olsa kabalaşayım!)
AYDIN ALP
AMED’İN KELEBEĞİ (J J YAYINLARI - 2018)
İstanbul’da yaşayan, iri gözlü, şair kardeşim Adnan Ay da bana YKY basılmış DAVİD STUTTARD’ın ‘’Sappho’dan Sokrates’e 50 Hayat Hikâyesiyle ANTİK YUNAN TARİHİ’’ kitabından, çeviri ERDEM GÖKYARAN, aşağıdaki sayfayı Whatsapp’tan, altı çizilmiş olarak yollamış.
‘’Aiskhlyos, Atina’da yeni kurulan demokrasiye uygun bir şekilde, ikinci bir oyuncuyu ekleyerek tiyatroyu baştan aşağıya değiştirdi. Artık karakterler, birbirleriyle diyaloğa girebiliyor ve güncel meseleleri gerçek anlamda tartışabiliyorlardı.
456/455’te Aiskhylos, yirmi yıl önce Hicron’un daveti üzerine ziyaret ettiği Sicilya’ya tekrar gitti. Artık yetmişine yaklaşmıştı. Belki de ORESTEİA’yı sahneye koymaya hazırlandığı sırada, Gela’da öldü.
Rivayete göre, Aiskhylos açık havada şekerleme yapmaktayken, bir kartal yakaladığı kaplumbağanın kabuğunu kırmak için onu yükseklerden aşağıya bıraktı. Ne yazık ki Aiskhylos’un kel kafasını bir kaya parçası zannetmişti.
( Başka kişiler için de anlatılan bu hikâyenin alegorik bir anlamı da olabilir.
Kartal, Zeus’un kuşuydu ve kaplumbağa kabuğu, lir yapımında kullanılıyordu)’’
Ben sevgili şair kardeşim Adnan’a da, öğretmen arkadaşlarıma da şöyle anlatayım:
Bizim burada, kimin ya da kimlerin, adamın kafasına kaplumbağa değil de koca koca taşlar düşürdüğünü herkes biliyor! Ölüm, pardon, taşlar nereden gelirse gelsin, kafayı saçsızlığımla bozmuş bu kardeşlerime, şiirimdeki bir dizeyle yanıt vereyim: ‘’Bu sayılı saçlarım ve tarağıma kadar!’’ ( SÜRECEK )
Pandeminin yeniden pik yaptığı ve toplumsal bunalımın ağırlığını derinden hissettirdiği bugünlerde, sevgili öğrencilerimizle derslere yeniden başlayacağız. İşimiz zor! Allah, yardımcımız olsun!
Yoksulluğun, yoksunlukların yaşanmayacağı günler diliyorum.
Kahredici koşullara rağmen, yaşama sevinciniz sürsün istiyorum.
Kahkaha sesleri eşliğinde yaşayacağımız günler dileğiyle sevgiler, saygılar…