Yazıya attığım başlık, benim mottom. Darlandığımda ya da sevindiğimde nerede olduğumu unutur ve sesli söylerim bu sözü! Öğretmenler odasında bu sözü kullandığımda, ilk kez duyan Deniz Hoca bana, şimdi başka okulda, Aydın Hocam lütfen ‘kralına’ deme dedi! Dünyalar güzeli bir arkadaşımdır o; tanıdığı bir kral olduğundan falan değil, benim sahici küfrettiğimi düşündüğünden öyle söylediğini anlamıştım! Ben de ona Deniz Hocam, bu lafın ardı, cehenneme postalayayımdır, demiştim. Cumhuriyet Lisesinde Milli Eğitimin verdiği konferansta, bahçede arabayla ardına öyle bir vermiştim ki unutulmazdır! İşte Deniz Hocamın da burada olduğu dönemden bu yana öğretmen arkadaşlarım bir kampanya başlatmışlardı. Hesapta hatırı sayılır bir para da birikti. Arkadaşlar biriktirdikleri bu parayla beni hacca yollamak istiyorlar. Beni ayartmak için de İspanya üzeri hacca götürecek bir organizasyona başvuracaklarmış! Önce Rio Karnavalı, sonra ver elini kutsal topraklar… Ben hacca gitmeyi istemeyecek biri değilim! Arkadaşların da bu ısrarı, dini duyarlılıklarından değil! Daha çok benden kurtulmak istemelerinden ötürüdür! Benim mottom; dünyanın kralını, kraliçesini demek ya! İşte, beni oraya, çok uygar kralları olduğu için yollamak istiyorlar! Hani gazeteci Kaşıkçı’yı nasıl öldürdülerdi! Hani huylu huyundan vazgeçmez! Ben orada her zamanki gibi sesli bir şekilde dünyanın kralını, kraliçesini diyeceğim! Oranın da gerçekten kralı var ve ne kadar da hümanist(!) olduğunu bütün dünya biliyor. İşte akılları sıra beni o kralla tanıştıracaklar! Kral kellemi uçurunca da bunlar kına yakacaklarmış! Kınaları çok olsun!
Arkadaşlar bana, Aydın Hoca, cenaze töreninde imam bize “Merhumu nasıl bilirdiniz?” diye sorduğunda ne diyeceğiz? Yani iyi bilirdik dememek için o sorudan sonra geleceklermiş! Sonra diyorlar ki mezarını ellerimizle koymuşuz gibi buluruz! Hangi mezarlıktan sesler yükseliyorsa, benim gürültücü olduğumu ima ediyorlar, o mezarlık Aydın Hocamızındır diyeceğiz!
Bana bugünkü diş bilemelerinin ve çatmalarının nedenini de aktarayım: Öğretmenler odasına girdiğimde sessiz, sakin oturan öğretmen arkadaşlara sabah sabah seslendim:
Ey Mardinkapı Mezarlığı sakinleri, sakineleri!
Ey rahipler, rahibeler!
Pardon, ey imamlar, imameler!
Bana, buyurun kardinal hazretleri, dediler.
Şimdi ben bu mahkeme suratlarınıza bakıp nasıl derse gireceğim? Derse girdiğimde nasıl güzel şeyler anlatabilirim ki dedim.
Arkadaşlar da bana: “ Mübarek kendini Brad Pitt sanıyor! Üstelik sanki Einstein’dır ve sınıflarda da görecelik kuramını anlatacak!”
Mesut Hoca da bana, karşısındaki kişi için bahane arayan fıkraya göndermede bulunarak, senin niye şapkan yok, dedi. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, hey sevgili öğretmen arkadaşlarım, sevgili hanımlar, emekçiler gününüz kutlu olsun! Sizin, ama hanzoların değil, demiştim. Ejder Hoca bana, iyi ki kadınlar senin saçını yolmuşlar, dedi. Hadi Aydın Hocamı tutup havaya atalım! Sonra inerken tutmayalım, dedi. Salih Hoca da doğum günüm için bana Aydın Hoca sahi sen niye doğdun, demişti!
Avrupa’dan gelen Tülay Hanıma(İngilizce öğretmenimiz) benim gözlerimle de oralara baktınız değil mi, dedim. Tülay Hanım; Aydın Hocam, vallahi sizin için ve sizin gözlerinizle bütün güzel kızlara baktım, dedi. Yanaklarından öptüm, aferin dedim. Emine Hanım da(din dersi öğretmenimiz) bana, valla hocam, ben sadece dağlara taşlara baktım, dedi. Ben de tevekkeli değil, bu aralar göğsümde bir ağırlık hissediyordum dedim. Ve ekledim: Bu gece, sizin gezdiğiniz yerlere baktığınız gözlerle rüya göreceğim! Rüyamda eğri büğrü hanzolar görürsem, onları evire çevire döver, sonra gelir size hesabını sorarım, dedim. Nasıl da gülüyorlardı!
Öğle arası Nuran Ablanın yaptığı çorbaları içiyoruz. Öğle arasına kaldığım bir iki cuma gününe, şansıma, yayla çorbası çıkmıştı. Nuran Abla; Aydın Hoca için not ettim, cuma gününe torpilli bir yemek yapacağım. Mesut Hoca, dalgacı bir ses tonuyla, Aydın Hocamın helvasını hazırlayın bence, dedi. Hep birlikte kahkaha attıktan sonra ben arkadaşlara, helvam bile boğazınızda kalır, dedim. Neyse bu boğuntulu havayı dağıtmak için dershaneden Milli Eğitime geçtiğim ve göreve başladığım okuldaki eğlenceli bir anıyla bitirmiş olayım yazıyı:
Göreve başladığım okulun müdürüyle (Kemal Bey) daha önceleri çalışmıştım. Beni okula tanıttığını biliyordum. Herkes saygıyla ve sempatiyle bakıyordu bana. Bir iki gün içinde öğretmen arkadaşlarla kaynaşmıştık. Okuldaki sosyal bilgiler hocası sempatik, tipik bir Diyarbekirli Hanımdı! Ona, öğretmenler odasında, ayağa kalkarak ve ciddi bir ses tonuyla: “Öğretmenim, hele bir bakın bana! Benim kadar uzun boylu, gür saçlı, geniş omuzlu, ince belli, renkli gözlü bir başka öğretmen tanıdınız mı?” dedim. Tepeden tırnağa beni süzdü. O an, öğretmenler odasında sinek uçsa kelebek etkisi yaratırdı! Hepimiz pür dikkat öğretmenimizin vereceği yanıtı bekliyorduk! Öğretmenimiz; o hiç bozulmamış, tipik Diyarbekirli şivesiyle: “Vê, vê Allahvekil bir tene (tane) bile tutmadı!” dedi. Kahkahadan yerlere yattık! Ben, hani belki bana torpil geçer, bir ikisi tuttu der diyordum. Tövbe, nerede bu bolluk böyle? Sevgiler, saygılarımla…
Aydın ALP 28 Mart 2019