Ali Abbas Yılmaz - Özel
TİGRİS HABER - Türkiye gündemini haftalardır meşgul eden Sedat Peker videoları ve iktidarın ortaya atılan iddialara karşı suskunluğu üzerine konuşan Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Vahap Coşkun, iddiaların soruşturulmamasının hukuken de siyaseten de kabul edilebilir olmadığını söyledi.
İddialar ciddi değilse Soylu 2 defa televizyona neden çıktı?
Türkiye’de derin devletin sürekliliğine vurgu yapan Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Vahap Coşkun, Peker’in videolarında gündeme getirilen iddialara ilişkin şunları söyledi: “Peker’in açıklamaları hem bir yenilik hem de bir devamlılığı belirtiyor. Devamlılıktan kasıt derin devletin Türkiye için bir olgu olduğudur. Derin devlet kendisini çeşitli dönemlerde bir şekilde ortaya koydu. Özellikle bu olgu 1990’lı yıllarda çok açık net bir şekilde bilinen, üzerinde tartışılan bir mevzuydu. Uzunca bir süre bu konu bir nevi unutulmaya terk edildi, bunun üzerine gidilmedi. O dönemde derin devletin gerçek manada ortaya çıkarılması yönünde bir çalışma yapılmamasından kaynaklı o yapı günümüze kadar kendisini bir şekilde devam ettirdi. Soylu ise eski aktörlerle bu yapının devam ettiğini bugün hala etkili olduğunu ifade eden Peker’e karşı bir cephe aldı. Tabii Peker bunu ilk söylediğinde hedef Soylu değildi. İlk 2 videoda Soylu’dan bahsetmiyordu. Daha ziyade Ağar ve Korkut Eken üzerinden konuşuyordu. Soylu buna karşı sahaya girince o da bu işin içine dahil oldu ve işler dallanıp budaklandı. Tabii Peker konuştukça işin boyutu büyüyor ve sadece bir iç mesele olarak kalmıyor, işin içine başka devletler de giriyor. Peker bir süre Balkanlar’da kaldı. Makedonya’da, Sırbistan’da, Bosna Hersek’te, Arnavutluk’ta bir süre barındı ve sonrasında başka ülkelere geçti. Yine onun anlattıklarından devletin bütün o ülkelerde Peker’i bir şekilde durdurmaya ve ülkeye getirmeye çalıştığını görüyoruz. En sonunda da Fas üzerinden Birleşik Arap Emirlikleri’ne gidiyor. Hükümet kanadı ise önce bir sessizliğe büründü. Muhtemelen bu iddiaların çok ses getirmeyeceğini, kamuoyunun buna çok ilgi göstermeyeceğini düşündü ama öyle olmadı. Peker’in videoları milyonlarca kez izlendi ve dolayısıyla kamuoyunun gündeminde bu iş yeri tuttu. Böyle olunca hükümetin/iktidarın konuşma mecburiyeti doğdu. Ama yapılan bir iki resmi açıklamanın dışında iktidar kesiminin bu meseleyi çok ciddi bir şekilde ele alıp, üzerine gittiğini görmüyorsunuz. İddialar ciddi. İddiaların ciddi olduğunu nereden biliyoruz; Süleyman Soylu bu iddialara cevap vermek için 2 defa televizyona çıktı. Tabii konuşuldukça derin devletin sadece Türkiye’de değil Kıbrıs’taki faaliyetleri de gündeme geliyor. Kutlu Adalı cinayeti son derece önemli bir olay ve bu olaya dair karanlıkta kalan hususlar da bir şekilde ortaya çıkıyor ve Kıbrıs’ta da bu konu tartışılıyor. Dolayısıyla herkesin tartıştığı; Newyork Times’a ve diğer gazetelere haber oluyor. Herkesin tartıştığı bu konuya iktidar ise tam anlamıyla dahil olmuyor. Neden dahil olmuyor, niçin konuşulmuyor sorusu önemli bir soru.”
‘Soylu’dan rahatsız olan bir AK Partili kesim var’
AK Parti iktidarında içişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya yaklaşımda farklılıklara işaret eden Coşkun, Soylu’nun MHP’ye yakınlığı ve AK Partinin bir kesiminde yarattığı rahatsızlıklara ilişkin şöyle konuştu:
“İktidar derken daha çok AK Parti kanadını kastediyorum. İktidarı AK Parti ve MHP olarak iki başlı ele aldığımızda burada 2 farklı yaklaşım var. MHP doğrudan Soylu’ya destek çıkıyor. Aslında MHP ile Soylu arasındaki ilişkilere baktığımızda onun bir AK Parti Bakanı olmaktan ziyade bir MHP bakanı olduğu gibi bir izlenim var. Bahçeli ve MHP AK Parti’den daha fazla Soylu’ya sahip çıkıyorlar. Her olayda en yüksek perdeden en çok Soylu’nun arkasında MHP ve Bahçeli duruyor. Bu son olayda da yüksek dozda bir Soylu savunusu yapıldı ve ona kesinlikle dokundurtulmayacağı ifade edildi. Ama AK Parti’de böyle bir tavır yok. Bazı soğuk resmi açıklamalar yapıldı ama onun dışında daha önce karşılaştığımız manzaralarla karşılaşmıyoruz. Sosyal medyada Soylu’ya destek mesajları yağmıyor. Veya AK Partinin ileri gelenleri, bakanlar, milletvekilleri Soylu’nun yanındayız diye poz vermiyorlar. Bir nevi uzak duruyorlar. Bu uzaklığın en önemli nedeni yarın neler olacağını öngörememektir. Yani, yarın nasıl bir tablo ile karşılaşacaklarını tahmin edemiyorlar. Dolayısıyla bilemedikleri, öngöremedikleri ve altında kalma tehlikesini hissettikleri bir durum karşısında susmayı daha doğru buluyorlar diye düşünülebilir. Bir ihtimal bu. Bir başka ihtimal ise bu suskunluk iktidar içindeki bir kavganın da bir yansıması olabilir. İktidar içi, bilhassa da AK Parti içi bir mücadele olarak da karşımıza çıkabilir. Çünkü Soylu’nun AK Parti içinde üstlendiği rolden ciddi manada rahatsız olan bir AK Partili kesim var. Soylu bu partiye sonradan geldi. Çok hızlı bir şekilde yükseldi. Parti içinde ve hükümette en etkili aktörlerden biri haline geldi. Cumhur ittifakını sembolize eden bir kişiliğe dönüştü ve sürekli el yükselten, parti içinde dominant bir karaktere dönüştü. Bu durum AK Parti içinde bir kesimi rahatsız ediyor. Şimdi bu Peker ile olan diyalog ve ona karşı yapılan mücadele Soylu’yu siyaseten zor durumda bırakan bir süreç. Bunu çok açık ve net bir şekilde görüyoruz. Her kesimden Soylu’ya istifa çağrıları net bir şekilde dillendirildiği bir döneme giriyoruz. Soylu siyaseten zayıflıyor, kaybediyor. Kendisini savunmak için girilen bir takım atraksiyonlar, örneğin TRT ve Haber Türk’te çıktığı programlarda gösterdiği performans da krizi iyi yönetmediğini gösteriyor. Ne kitleleri ikna edebiliyor ne de milletin kafasındaki can alıcı sorulara cevap veriyor. Sadece büyük bir hikaye anlatıyor. Hedef Türkiye’dir, hedef Erdoğan’dır ama bunlar kimseyi ikna etmiyor. Bu çok kullanılan hikaye ve üzerinde tepinilen bir öykü. Sadece bununla insanları ikna edemezsiniz. Dolayısıyla Soylu yıpranıyor. AK Parti içerisindeki bir kesim Soylu’nun daha fazla yıpranması, gücünü daha fazla kaybetmesi, parti içerisindeki özerk konumunu yitirmesi ve partinin geleceğinde söz sahibi olmaması için Peker’in bir süre daha gündemi işgal etmesini isteyebilirler. Peker’in videolarda konuşması kendi siyasi hesaplarına doğru gelebilir. Yani, birincisi geleceği öngörememe, ikincisi ise parti içe mücadele. Yani burada mecburi bir suskunluk söz konusu.”
Derin devlete karşı siyasal iradenin önemi
Türkiye’de derin devletle mücadele konusunda siyasi iradenin kararlılığının önemine değinen Coşkun, “Derin yapıların ortaya çıkarılması ve gerçek manada bir temizlik yapılabilmesi öncelikle siyasal iktidarın bu işi dert edinmesiyle ilgilidir. Dünyanın çeşitli ülkelerine baktığınızda orada bu mücadelenin başarılı örnekleri siyasal iktidarın iradesinin zorunlu olduğunu bize gösteriyor. Siyasal iktidar emniyet güçlerine, yargıya bu işin çözülmesi için her türlü yetkiyi kullanın. Siyasal iktidar olarak biz sizin arkanızdayız hissiyatını açık net bir şekilde vermelidir. İktidar böyle bir duruş sergileyemediği müddetçe, bir takım palyatif çözümler üretilebilir. Makyaj niteliğinde birtakım hamleler yapılabilir. Ama o yapı temizlenmez, varlığını devam ettirir, bir süre perde gerisine çekilir ama tehlikenin ortadan kaldığını gördüğünde sonra tekrar perdenin önüne çıkar ve kendisini sahneler. AK Parti iktidarı döneminde özellikle Avrupa Birliği ile uyum sürecinin ciddi bir şekilde ilerlediği dönemde Türkiye hem bir taraftan hukuki altyapısını, mevzuatını güncelliyor, geliştiriyor ve demokratik bir hukuk devletinin standartlarına eriştirmeye çalışıyor. Bunun doğal bir uzantısı olarak da organize suç şebekelerine yönelik ciddi bir mücadele yürütüyor. Ancak ne zaman ki, hukuk devleti ilkelerinden gevşemeye, demokrasi bir şekilde rafa konulmaya başlandı o zaman bu yapıların ortaya çıkması, tekrar güç kazanması ve iktidar içi mücadelelerde tekrar pozisyon almaları kaçınılmaz bir hale gelir. Dolayısıyla böyle bir durum şuan ortaya çıkıyor” değerlendirmesinde bulundu.
‘İddiaların soruşturulmaması kabul edilebilir değil’
Peker’in iddialarının herhangi bir soruşturmaya konu olmamasını siyasi iradenin suskunluğuna bağlayan Coşkun, söz konusu iddiaların ciddi olduğuna işaret ederek şunları ifade etti: “İbret verici bir durum var. İlk video 2 Mayıs’ta yayınlandı ve çok ağır ithamlar var. Gasp var, cinayet var, nitelikli yağma var. Uyuşturucu ticareti, trafiği var. Bunlar çok ağır iddialar. Bu iddialarda isimler veriyor, tarihler veriyor, adresler belirtiyor. Biletlerden bahsediyor vs… Bu iddiaları soruşturmak için herhangi bir makamın izni, emri, talimatı gerekmez. Savcılar bunu bir ihbar kabul edip doğrudan soruşturma yapmakla mükellefler. Ama savcılar bunu yapmıyorlar çünkü siyasal iktidarın bu konuda bir iradesini görmüyorlar. Yargının ciddi manada bağımsızlık problemi var. Yargı geçekten bağımsız olsaydı bir savcılık kurumu harekete geçer ve bu iddiaları soruştururdu. Bu iddiaların soruşturulması demek Peker’in iddialarının doğru olduğu ya da bir kısmının doğru olduğu anlamına gelmez. Ama onun söyledikleri insanların kafasında soru işaretleri, şüpheler uyandırıyor. Bu soruların cevaplandırılması, şüphelerin giderilmesi demokratik hukuk devletinin görevidir. Yargı bu işi yapacak. Hangisi doğru hangisi yanlış. Belki tamamı doğru tamamı yanlış. Belki bir kısmı doğru bir kısmı yanlış. Ama bu ciddi bir şekilde yürütülecek bir yargı süreci ile ortaya çıkar ama böyle bir yargı süreci işlemiyor. Bu önemli bir problem. Peker, Kutlu Adalı cinayetiyle ilgili olarak kardeşini görevlendirdiğini söylüyor. Kardeşi gözaltına alınıyor ama gözaltı gerekçesi ruhsatsız silah bulundurmak. Bu kadar ağır bir iddia ortadayken, siz o şahsı bununla gözaltına alırsanız o zaman burada bir şeylerin üzerini örtmeye çalıştığınız izlenimini doğurursunuz. Şahıs serbest bırakılıyor ve sonra kendisi gidip savcılığa başvuruyor ve bu konuyla ilgili özel olarak ifade veriyor. Bir nevi yargıyı zorla harekete geçirmeye çalışıyor ama buna rağmen de henüz bir şey yok. Bu iş artık üstü ötülebilecek bir iş olmaktan çıktı. Mızrağın çuvala sığma ihtimali kalmadı. Kutlu Adalı cinayetiyle ilgili olarak Kıbrıs muhalefeti, Kıbrıs medyası teyakkuza geçmiş durumda. Sürekli yayınlar yapılıyor ve bu konu gündeme getiriliyor. Türkiye’deki muhalefet de bu iddiaları daha fazla konuşmaya başladı. Dolayısıyla bunun saklanabilmesi, üstünün örtülebilmesi, konuşulmasının engellenebilmesi mümkün değil. Deniliyor ki, iddialar var ama bunları söyleyen organize bir suç örgütünün lideri. Buna itimat etmeyeceksiniz. Ama yargı böyle çalışmaz, böyle olmaz. Kişinin geçmiş ilişkileri vs. bu iddiaların soruşturulmasını engellemez. İddiayı soruşturursunuz, doğru olup olmadığın görürsünüz ve bunu halka açıklarsınız. Kaldı ki, bu gerçekten ciddiye alınmayacak, üzerinde durulmayacak bir iddia ise İçişleri Bakanı neden 2 televizyon programına çıkıp bu iddialara cevap vermek mecburiyetini hissediyor? Demek ki, bu iddialar üzerinde durulması gereken iddialar. O nedenle Peker’in kişiliği üzerinden bu iddiaların soruşturulmaması gerektiğine yönelik argüman ne hukuken ne siyaseten kabul edilebilir değil.”
‘Siyaseti yakından takip edenler açısından bir sürpriz yok’
Geçmişte işlenen derin cinayetlerin toplumun dar bir kesimi tarafından zaten bir şekilde bilindiğini ancak Peker ifşaatlarıyla bunun kamuoyunda geniş kesimlerce de bilinmesine yol açtığını ifade eden Coşkun, “Tabii siyaseti yakından takip edenler açısından burada bir sürpriz yok. Bu bilgiler siyasi hayatı bir şekilde izleyenlerin az veya çok bildikleri ve hakkında şu veya bu şekilde haberdar oldukları bilgilerdi. Ama kamuoyunun geniş kesimleri bundan haberdar değildi. Peker’in videolarını milyonlar izledi ve bu kamuoyuna yayıldı. Artık geniş kesimler bu iddiaları konuşur oldu. Geçmişin aydınlatılması açısından bunların gündeme gelmesi, konuşulması ve bir kamuoyu oluşması önemli. Savaş Buldan, Behçet Cantürk cinayetleri, Kutlu Adalı, Uğur Mumcu cinayetleri dar bir kesim tarafından konuşulan ve bilinen konulardı. Uğur Mumcu’nun eşi cinayete ilişkin kitap yazdı. Kendisi ile Mehmet Ağar arasındaki diyalogları, davayı yürüten savcılarla arasındaki diyalogları çok açık net şekilde ortaya koydu. Mehmet Ağar’ın ‘bir tuğla çekilirse devlet yıkılır’ dediğini; savcının, bu devlet işidir ancak siyasal iktidar buna yol verirse bu cinayet çözülebilir dediğini Uğur Mumcunun eşi Gürdal Mumcu kendi kitabında yazdı. Ama bunlar o zaman bu kadar gündeme gelemedi. Kaldı ki, Gürdal Mumcu CHP’den milletvekilliği yaptı. Yani, siyasal bir titi vardı ve buna rağmen bu kadar gündeme gelmedi. Bunların gündeme gelmesi bir taraftan kamuoyunun bu işlere dönüp tekrar bakmasını gerektirecek diğer taraftan o dönemdeki politik aktörlerin, hukukçuların yapıp ettiklerinin tekrardan sorgulanmasını sağlayacak. Bu açıklamalarda dikkati çeken bir husus da işte vatan elden gidiyor, siz milliyetçi çocuklarsınız, vatanı korumak sizin sorumluluğunuzda denilerek gaza getirilenler olduğunu görüyoruz. Bu iddialar bu hikayenin de hiç değişmediğini gösteriyor. Türkiye’de milliyetçilik üzerinden bir hikaye, öykü üretilip burada hukuku, demokrasiyi, temel insan haklarını ayaklar altına alan bir hava yaratılmaya çalışılıyor. Buna karşı tetikte olmak gerekiyor. Aksi takdirde bugün yaşadığımız bu süreçler kendisini tekrar eder” diye belirtti.
‘İktidarın ciddi zarar gördüğü gerçeği değişmez’
AK Parti iktidarının önümüzdeki süreçte takınacağı tutuma ilişkin tahminlerini sıralayan Coşkun şunları ifade etti: “Bir, şuandaki durumu korur. Soylu’ya sahip çıkmaz ama suskunluğunu devam ettirir. Fakat bu iktidar açısından doğru bir strateji değildir. Çünkü Peker konuştukça işin rengi değişiyor ve daha farklı aktörler devreye giriyor. Son videoya kadar Ağar ve Soylu’nun ismi gündemdeyken şimdi Binali Yıldırım’ın oğlunun ismi de gündeme geldi. İktidarın suskun kalması doğru bir strateji değil. İkincisi Soylu’ya sahip çıkabilir. Özellikle Bahçeli’nin son çıkışından sonra Soylu’ya sahip çıkabilir ama yarın ertesi gün çok daha ağır iddialar gündeme gelirse o zaman bu iddiaların altında kalma ihtimali de var. Dolayısıyla bu da tehlikeli bir strateji. Veya Soylu’nun durumu taşınamaz bir ağırlığa gelince bu konuyla ilgili bir takım soruşturmalar açabilir. Bu soruşturmaların selametini gerekçe göstererek Soylu’nun istifası ya da görevden alınması gibi durumlar gündeme gelebilir. Ama bu alternatiflerin hangisi olursa olsun buradan iktidarın ya da bileşenlerinin çok ciddi bir şekilde zarar gördüğü gerçeği değişmez.”