Bu hafta en az beş yıl önce bir telefon sohbetimizde değerli Feridun Andaç’ın okumam önerisi üzerine kitapçıya sipariş verip getirttiğim ama nedense her defasında sıraya giren başka kitaplar nedeniyle ihmale uğrayan bir kitabı okudum.
“Gabo ve Mario” Gabriyel Garcia Marquez ile Mario Vargas Llosa’nın aynı kıtanın, Latin Amerika’nın yurttaşı, hemşehrisi olmanın ve aynı alanın, edebiyatın yoldaşı olmalarının birlikteliğinin hikâyesi…
Hayatın her şeye rağmen Yaşamaya ve Edebiyata değer olduğu ilkeselliğinden yola çıkışın kelamı bir kitap.
Edebiyat dediğiniz sıradan insana göre nedir ki; önemsemeyenler için en hafifinden iki kelam güzel dil dökene “Edebiyat yapma ya hu!”dur, o kadar. Ama bilinir ki bu tür sığlıklardan ötedir edebiyat. O kadar yoğun bir öteliktir ki edebiyat; Marquez’in vurgusu ile “Edebiyat ateştir. Edebiyatın varoluş sebebi ise Protesto ve Karşıtlıktır”.
Gabo ve Mario; iki büyük Latin Amerika Edebiyatı devinin dostluğunun izdüşümünün edebiyata değen yüzüdür bir anlamda.
Bu sebeple bir kez daha edebiyat üzerinden değinmekte yarar var. Bilen insanın karşısına, hayat da edebiyat da birçok kez çırılçıplak çıkar ve o çıplaklıkla ürkek bir rüya armağan eder. İşte o rüyanın sihrini bozmamak için ayakların ucunda yürümek gerekir. Biz fani ve Büyük Edebiyatların Okurları o edebi yapıtların keyfini çıkardığımızı, o yapıtların yaratılış süreçlerini öğrendiğimiz ölçüde, asla ne olup bittiğini bilmeden, büyük Hispanik şair Serrat’ın ifadesiyle; Hayat’ı insana yaptığı bir şaka üzerinden uyanıverirken öğreniriz gerçeği ve “balkabağının üzerine oturmuş bir odunu dişlerken buluruz” kendimizi.
İşte Gabo’nun “Yüz Yıllık Yalnızlık” ile Mario’nun “Kent ve Köpekler” romanları ağırlıkta olmak üzere bütün bir kıta Amerika’sını hatta sonrasında dünyayı dolaşarak dostlukları üzerinden bir yeniden hatırlatma kitabı Gabo ve Mario…
Entelektüel’lik ile Yazarlık arasındaki ince çizgiyi zor zamanlarda bir kez daha hatırlatmış oluyor Gabo ve Mario; İyi bir roman yazanın sadece bir yazar olduğunu, ama dünyanın neresinde olursa olsun yaşanan zulme karşı çıkmayı da içselleştiren bir yazarın ancak entelektüel olmayı hak edebileceğini bir kez daha hatırlatmak adına tabii ki…
Bu sebeple bir kez daha anımsamakta yarar var: Sormuşlar kimi Fransızlar Jean Paul Sartre’e “en muhtaç durumdakilerin davalarına en iyi destek nasıl verilebilir” diye. Karayiplerden henüz dönmüş olan Sartre’in yanıtı iki kelimdir: “Kübalı olun!”
Şimdi sormak lazım etrafımızdakilere; Sahi siz nereli olanlardansınız?
İnsan sahiden zor zamanlar(ın)da dostluğun ne denli kıymetli olduğunu fark ediyor. Bu sebeple şair diyor ya şiirinin bir dizesinde “Dar vakit yetiştin tatar ağası”…Dar vakit yetişene asıl ihtiyaç var.
Çiçero der ki; “Bir dost, ikinci ben’dir”. Şöyle bir dönüp baktığımızda ikinci ben’imiz diyebileceğimiz kaç insan teki var kendimizle birlikte yürüyecek. Sahiden zor zamanlarda insan ayrımına varıyor dost olanın.
Garcilaso de la Vega bu sebeple dememiş miydi; “Dostluğun birleştirdiğini, pazar ayıramaz diye”.
Demiryolu vagonlarına şöyle bir bakın; vidaların uçları hep dışarıdan görülecek şekilde monte edilir. İki nedeni vardır. Vagonun içerisi gündelik kullanıma tahsisli bir oda gibidir. Her odada olduğu gibi o vagon odalarda da estetiğe ihtiyaç var. İkincisi tamirat monte-demonte esnasında dışarıdan rahat çalışılabilsin diyedir.
Sanki dostluk da böyle bir ilişkilenmeye ihtiyaç duymaklıktır. İçten olduğu kadar başkalarına karşı da göğüs kabartıp güven duyarak dostundan güç almayla alakalı bir yakınlıktır…
Seneca; Eğer kendin kadar güvenmediğin bir dostun varsa; ya kendini fazla kandırıyorsun, ya da gerçek dostluğun kıymetini, gücünü, kudretini bilmiyorsundur der. Bu sebeple her şeyi dostunla birlikte incelerken, ama her şeyden önce de onu yani dostunu inceleyeceksin. Asıl dostluktan sonra her şeye inanacak, öncesinde her olasılığı düşüneceksin.
Birini dostun olarak kabul etmen gerekiyorsa uzun uzun düşüneceksin! Kararın olumlu ise ona yüreğini tamamen açarak karşılayacak ve onunla konuşurken kendine ne kadar güveniyorsan ona da o kadar güveneceksin…
Dostluk üzerine eski bilgelerin sözlerinden yola çıkarak hayli kelam etmek mümkün…
Dostluğun hayli unutulduğu, sanal kardeşliğin bu denli ucuzladığı kimsenin kimseye sahiden “değme” ihtiyacı duymadığı tuhaf ve zor zamanlarda sahici dostluktan söz ediyorum…
Günün ikbali için dost dediklerini bir kalemde pazar metaı’na indirgeyenlerin dünyasında birçok dost bildiğiniz maalesef dostdoğru dost olmuyor, olmayı da hak etmiyor. O halde silmeyi de bilmek lazım defterden galiba…