Dört kapıda dört sevda; işlerler gergef ile nakış ile düş ile göz nuru ile aşk ile…
Sevdalar gönülleri kucaklar, aşkları tazeler, ruh dinginliği dinlerin mozaiğini çeşniler…
Dört kapıda dört sevda;
Ermenisi zanaatkâr, bakırı işler aşk ile, demiri örste döver öpüş ile, şekillendirir düş ile!
Keldanisi; koku salar baharat ile!
Süryanisi; gümüşü işler şevk ile sevda yükler ses tellerine ikmal ile,
Bedri Ayseli’nin ses tellerinin ikmalinde!
….
“Süryaniyem Süryani”
…
Çavlan gibi çağlar bülbülün güle şakıması, sevgilin yare dokunuşu, suyun rüzgarla oynaması!
Kadife ses ruhumuzu gönlümüzü okşar…
Hele yar zalımın kızı yar
Fistanı al al düğmesi fırfırlı yar
Göğsünde bir çift huma kuşu
Etekleri zil çalan zalımın kızı yar,
Hele yar zalımın kızı yar
Şalvarı üç renkli yar,
Boynunda telkari tel-tel,
Salınınca endamı oynayan yar!
Rol keser artist olur, yetmez bestekâr olur, bir ömür biter, ölümü hazin olur ve başını alıp gider, derdini bırakarak hazin-hazin dünün SAMO’su…
…..
Derdimi kimlere diyem
Başım alıp nereye gidem!
Ezidisi; nakış tutar iğneler ipliği, kumaşta desen olur. Bağdaş kurup güneşte dua olur, günahta kar olur, bembeyaz giyside melek olur!
Yahudisi; eski alır eski satar, pul alır para eder, unu da ekmek!
Hırıstiyani; çan çalar yüzü güler kuyumu işler berxudar olur…
Müslümanı; çan sesi minarenin duvarlarında yankılanırken
müezzin hoşgörü ile sabır ile ezan okur, gönüller şad olur
Sevdalara tutulur encam olur, gün döner, gün gider serencam olur!
Dört kapıda dört sevda!
Mardinkapı; Araplar çerez kavurur kokusu gonca olur savrulur yarin dudağında kaymak olur, bal olur, süzülür çatal göğsünde gül olur!
Dağkapı; çeşn-i bahardır. Kürt’ü Arap’ı, Ermeni’si, Yahudi’si, Süryani’si, Ezidi’si siftahları sıralarlar deqxiller bereketlenir, kuruşlar, liralar, paralar ezgileri oluşturur…
Dilanda lorke, orduevinde caz, avlularda halay olur, rakseder şehir, sevda oluşur!
Urfakapı; fasl-ı sükût; mezar taşları karşılıklı, alt tarafı Alipaşa, meydanda çizili bir daire, dairenin içinde kınsız bıçak hamasetliği, sınır ihlal edilmez, sınır namustur, sınır yiğitlik!
Yenikapı;
Aşağısı bahçalar
Oturmuş ehlikeyfler saz çalar,
Yârin dudaklarina bal çalarlar
Etekler zil çalar,
Sakiler doldurur, ehlikeyfler bağdaşta çilingir sofraları şenlenir…
Çayöğünde hülleler, Zaza’lar keleklerle odun taşır.
Balıkçılar torlarını açar, eşekçiler kum taşır, çöp taşırlar, yukarısı içkale, eshabeler huşu içinde değirmancıları gözlerler!
Dört kapıda dört sevda;
Urfakapı narlıktır
Saraykapı zindan
Yenikapı fail-i meçhul ceset,
Dağkapı militan
Mardinkapı firari…
Dört kapıda dört sevda;
Sevdalar kördüğüm, sevdalar iç içe, sevdalar dolanır muhabbetlere, sevdalar zındanlarda sağır-lal…
Ben bu şehrin ıslah ve iflah olmaz oksijenini soludum, küçesinde oynadım, bedeninde coştum, kastalından su içtim, yağmur yağanda siviğinden geçtim, soğuk vurdu pininde sabahladım, sıcak havalarda çayöğünde hüllelerde fasıllar geçtim, düşlerimi ısırdım, Kerejdağ’da lavdım, püskürdüm mağmasında gözyaşı düktüm, ovaya indim göğsüm bereketlendi Anjel kadar güzeldi düşlerim, düşümde Diyarbekir kalesi “ağzı var dili yok”… gaziköşkünde fasıllarla dem vurdum, demlendim serde serxoşluk var, coşku!
Tüy mahrebenin raksında, çan ezanın ruh dinginliğinde, küpelide çocuk oldum Dicle’den beslendim, Anjel’le olgunlaştım, komşu kızı Adrina'nın bakışlarında eski sevdalarımın yankısı çınladı,
Anzelede çimdim paklandım,
Sonra dolu vurdu, doluluk oranım taştı!
Dört kapıda dört ölüm;
/Özlemin yumruğumda sıktığım sevdanın teriydi, öpüp kutsadığım ter, sıtare ağaçlarını dile getirdin menekşeler boynunu büksün, gönlünde sümbüller ve yedi veren muhammedi güller açsın… yıllarımdan vazgeçtim gözlerimi geri verin/
Yorgun kaldı küçeler, önce mazgana evler yıkıldı. Şehrin dokusu bozuldu küçelerde mimarisi olmayan binalar yükseldi cinnet geçirdi tarih avlularda, şalvarlı müteahhitler türedi birdenbire,
Küçelerdeki sakinler yok oldu bir-bir, artık küçeler ötenazi isteyen hasta, şehrin yorgun teklemesinde yoğun bakımda küçeler
Siluetler kahpe, suretler eksik, silik,
Binalar yükseldikçe camlarla giydirildi, sanırsın fahişeye suret gerekmiş!
Bu “ şeyh-ül beled” şehrin küçelerinde örtmeler yıkıldı birer-birer…
Tarih; tarihsel dönemsel panoramasından uzaklaştı,
Kültürler yozlaştı, eyvanlar balkonlaştı, avlular yok oldu, bazalt taşlı evlerin taşları mezarlıklara taşındı, ne çok öldürüldük, ne çok ecelsiz gittik,ne çok fişlendik, suretlerimiz zından duvarlarına takıldı… bu sicili kanayan şehrin insanları savruldu yele gitti, biri yitirildi milad dendi, birinin alnına silahlar çatıldı, alnını çatsa kurşunlanır, gülse tebessümleri betonlarda erir, sarılsa ahhh sarılsa demir parmaklarda soğur bedeni, otursa beton kalksa demir, İsa’ya yaranmamış bu kadim şehir, Musa’nın kavminden kovulmuş, Zerdüşte sarılsa fişlenir, Ezidi’nin duasında erir, fermanı illegal, fetvası caiz değil, cümle alem bilir kan düşmez toprağa, ten gerilir tin gider…
Tililililİ!!!