Diyarbekir yazıları

Aziz ERİM
Bir hüzzamdır yaşam, peşrevi de olmaz, taksimi de…
İskenderpaşa’da peşrev, Saraykapı’da taksim olmaz…
Bir fasıldır yaşam fasılasız, tekrarı dönüşü asla olmaz…
Hayat nostaljik öğe törpüsünde törpülenir.
Çay önünde hülleler, hüllelerde dizilmiş sazendeler, hanendeler fasıl geçerler, fasılasız…
“…….
Arpa orağa gelmiş
Zülüf tarağa gelmiş
……. ”
Ne orağa gelecek arpa kaldı, ne de tarağa gelecek zülüf…
Kültürler yozlaştı, arpalar ithal ediliyor artık, zülüfler jölelendi…
Amed’de yaşam Diyarbekir hüzzamıydı Erdebil’den yükselirdi. Lalebey’de peşrev, Alipaşa’da taksim olmazdı…
Mevsim hazan, makam Kürdi-li Hicazkâr ve dudaklarımdaki kan değil ayrılığın tadı...
Öpüş uzak, durgundur yaşam şimdi…
“Hançepek’te sıra-sıra faytonlar”
……..
Üst tarafı “Gâvur mahlesi” alt tarafı yosma pazarı…
Hançepek’in orta yeri çerezciler çarşısı. Mardin leblebisi kavrulur usta ellerle; kokusu güle düşer, gül yârin çatal göğsünden süzülür dudaklarda haz bulur…
Çan çalar… Dang… Dong…
Ezan okunur Allah ü ekber… Allah ü ekber… Mabetler birbirini selamlar…
Hançepek; nasibi bol, rahmeti çok, ne dil ihanetlenir ne de “dıl” yarelenir…
Sanatkârlar örste demir döver… Dang… Dong… Çan çalar örs susar…
Örste musiki… Örste ateşle demir öpüşür…
Ezan okunur Allah ü ekber… Allah ü ekber… Örs susar kalpler ruh dinginliğine ulaşır…
Havrayla umum pazarı karşılıklı yapılaşmada…
Moşe ağlar, fahişe gülüşler kahkahalarla fermuar çözmedeler…
Zil çalar tüm etekler…
Musa’nın asası rehnedilir…
Daha İsrafil borusunu öttürmemiştir,
Azrail tırpanını bilememiştir.
Her günah kendince sorgulanmakta…
Edip durur mu?
Dizer sözcükleri dizelere…
Hicri İZGÖREN “kırık mozaik şiirinde der ki:
“Bir sığıntıyım sanki bu dünyada belki bir Süryani’yim.
Eski bir çeşme gibi artık su akıtmayan
Silmeye çalışmayın anıların izini
İçinde yârim kalmış günlüklerimle
Gümüş işlemeli bir sandık gibi kalayım öyle
Varsın hüzün sözcüğü eşanlamlı tutulsun ömrümüzle
Ben yine her gece kulağına fısıldarım taşların
Yüzümü serin sularında yıkarım
Dicle kirvem olur milattan beri.”
Mıgırdıç Gâvur mehlesini “tespih taneleri”ne dizer. Ve sonra “bileti kesilir İstanbul”a…
Şimdi dil naçar, “dıl” yarelenmiş, tortusu köpek öldüren şarap şişesinde... Tortusunda mantar, kahpe duldalar.
Şehir ihanet kokar puşt işlemeli bakışlar ensemize düşer.
Gözler nauzulbillah şaşı, teknolojiden nasiplenmiş mahremiyetimizi görselleştirir…
“Arbedaş direkhana,
Ortası kumarhana”
Ne direk kaldı, ne de çeşmesi…
Eskiden yiğitlik arbedesi vardı, şimdi enselerden kurşun sıkılıyor. Herkes vurgun yemiş, fişlenmiş, afişe olmuş.
Ne şehrin o eski tadı kalmış, ne de o hengâme ne de beyefendi ağabeylerimiz…
Şimdi Suriçinde lorke-halay, salonlarda caz ve pop… Kültürler dejenere oldu, endamlar yapay, gülüşler sahte, değerler ayaklar altında, kutsanacak ikonlar kalmadı… İhanet dirsek boyu, katre katre büyüyor…
Waylımın!
Bir hüzzamdır yaşam, peşrevi de olmaz taksimi de…
Arbedaşın orta yerinde “ Topal Keno”nun sesi:
….
"Kahire’den bu gece kalkacak kervan
Kahire sultanı adı Mihriban
Sür kervancı kervanını eğlenmeyesen
Halep’de güzel çok eğlenmeyesen
Diyarbekir’de güzel çok evlenmeyesen"
…..
Arbedaştan aşağı Yenikapı, dizilmiş ehl-i keyfler akkağıtlara kız saçı sararlar, dumanı cevahir değer!
….
Yenikapı’dan sal beni
Kurşunlara gelirsem
Çiftehavuzlar’a göm beni
….
Bir Diyarbekir hüzzamıdır yaşam, lagaluga olmaz…
Bu “şeyh-ül beled” şehrin en cafcaflı en cancanlı yeridir içkale…
Surlarında gladyatör figürleri, çiftbaşlı kartal ve hamasetlikler bazalt taşlara işlenmiş ilmek-ilmek…
Aslan çeşmede Bizans akar, Hz Süleyman camiinde eshabeler yatar “Havlet Baba” gözetiminde…
Diyarbekir kalesi Urartu kokar. Şair-i azam Ahmed Arif kalem tüketip söz sarf etmiş Diyarbekir kalesine:
….
“Bir de ağzı var
Dili yok
Diyarbekir kalesi”
Evet! Ağzı var, dili yok Diyarbekir kalesinin,
“Meryem-i zal” kilisesinde mapuslar dua değil çile çekerler…
Bu nasıl bir şehir ki; mabedler mapushane,
Konaklar adliye, sarayları viran, ahırları zindan zezavat bahçeleri fail-i meçhul yığınağı…
Bu nasıl bir şehir ki; mabedler karşılıklı birbirini selamlar çan sesi ezan sesi…
Bir hüzzamdır yaşam, peşrevi de olmaz taksimi de…
Küpeli, dıngılava balıklı
Peştemallı çimer çocuklar
Diclede de anadan üryan…
Dehlelerde “urum tuti” karahübür “Fil Mıho”nun bahçesinde delibardağan göbekli marul… Hamravat suyu kesildi ne dehle kaldı ne “urum tuti” Ne de karahübür… “Fil Mıho”nun bahçesi tar u mar, delibardağanın köküne kıtlık kıran girmiş…
Şimdi bir ağıttır yaşam, içkalede peşrev olmaz çayönünde lagaluga…
Fail-i meçhul yatağı artık dehleler Vaylımın,
Vaylımın,
Vaylımın!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.