Mümin Ağcakaya / Röportaj
TİGRİS HABER - Bazı kentler adeta büyülüdür. O kente ayak basıp havasını soluyup, suyunu içtikten sonra ziyaretçilerini adeta kendine bağlar ve kişiler bir daha o kentten kopmak istemezler. Urfa’da doğmuş olmasına rağmen Diyarbekir’den bir daha kopamayan yazar şair ve yapımcı Abdurrahim Kılıç’la kent ve şiir üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Urfa’nın Viranşehir ilçesinde doğan daha sonra Mardin’in Kızıltepe ilçesinde büyüyen Abdurrahim Kılıç, çocukken yaşadığı ortamlarda dengbejlerin söylediği stranlar, kasideler, şarkılar onu derinden etkiler. Bu dinlemeleri onun edebiyata ilgi duymasında önemli bir rol oynar. Abdurrahim Kılıç daha sonra ki okul yaşamındaki tercihinde belirleyici olur. Dicle üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve edebiyatı öğretmenliğini seçen şair yazar ve edebiyat programları yapan Abdurrahim Kılıç’la; Diyarbakır’ın yaşamında ve edebiyatındaki yeri üzerine sohbet ettik. Sorularımızı yanıtladı.
Edebiyata ne zaman başladınız, ilginizi nasıl çekti?
Sanırım yazın dünyasında görünen, bir şeyler üreten herkesin ilk başlangıç noktası okullar ve bir öğretmenin etkisidir. Ben ondan önce başladım, nasıl başladım? Ben Urfa’nın küçük bir köyünde büyüdüm, sonra Mardin Kızıltepe ilçesinde küçük bir evimiz vardı. Bizim evimize daima dengbejler, mollalar, şıhlar gelirdi. Bunlar erbane, tef eşliğinde kasideler, stranlar söylerdiler. Bir süre sonra ben daha okula başlamadan önce o stranların, kasidelerin bir kısmını ezberlemiştim. Dengbejlerden Alîye Demambege, Hüseyinê Fâre gibi Mahmut kızıl gibi özellikle ekin biçme dönemlerinde kendi paylarını almaya gelirlerdi. O dengbejlerin stranlarıyla ben edebiyata başladım. Her ne kadar müzik alanında müzik yeteneğim yoksa da onların okudukları o stranlar, kasideler benim bilinçaltıma bir edebiyat zevki ve imge aşıladı. Bu yüzden yazdıklarımda da zaten hala o dengbej söylencelerinden, kasidelerden bazı imgeler süzülüyor, sızıyor benim denemelerime, şiirime, yazılarıma. İşte böyle başladı, sonra okul hayatı. Okul hayatının ilk üç yılı samimi söylemek gerekirse tam bir faciaydı. Türkçe bilmeyen bir anne babanın Türkçe bilmeyen bir çocuğu olarak okula başladık. Samimi söylemek gerekirse birinci yılı babam muhtar diye torpilli geçtim. İkinci sınıfta Türkçeyi öğrenmiştim ama ne söylediğimi bilmiyordum, anlamıyordum. Ama Türkçe birkaç şeyi ifade edebiliyordum. Üçüncü sınıfta okuma ve yazmayı düzenli bir şekilde öğrenmeye, uygulamaya başladım. Bu süreçle birlikte bende bir edebiyat anlayışımın farkı ortaya çıkmaya başladı. O süreçte de sınıfta sürekli şarkılar, türküler söylerdim. Daha çok kaside ve dengbejler üzerine söylerdim. Öğretmenlerimiz de o zaman saygıyla karşılıyordular. Ortaokul sürecinde Giresunlu bir edebiyat öğretmenim vardı. Kompozisyon dersinde bize bir gün mektup yazın dedi. Ben de bir mektup yazdım ve mektubumu çok beğendi. Mektubumu okulun panosuna asmasıyla adım edebiyatçıya çıktı ve sonra edebiyata özel bir ilgi duymaya başladım. O dönemlerde Milliyet Kardeş Çocuk Dergisi vardı. Ziraat bankasının ücretsiz dağıttığı çocuk dergisi vardı Başak Çocuk Dergisi diye. Daha sonra her gün bankanın önüne giderek banka müdüründen rica ettim o dergileri verdi. Zaten babam muhtar olduğu için torpilliydim çok zor olmadı almak. Ve böylece o küçük ilçede o iki dergiyle edebiyata başladım. Sonra üniversite dönemi geldi. Tek tercih yaptım. Dicle üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve edebiyatı öğretmenliğini tercih ettim. Birçok sayısal bölümlerden, iyi bölümlerden geldiği halde ben bu bölümü ısrarla tercih ettim. Edebiyat bende bir zevkti. Beni tanıyanlar bilirler. İki kez hukuk fakültesini terk etmiş biriyim. Edebiyatı seviyorum. Ayrılıyorum zaman zaman samimi söylemek gerekirse edebiyattan. Ama yine dönüp dolaşıp edebiyata dönüyorum. Edebiyat benim evimdir.
İlk şiirinizi ne zaman yazdınız?
Yayınlanan ilk şiirim ilkokul dörtte idi.
“Öğretmenim;
Canım benim,
Bir annemle babam var
Senin kadar sevenim.”
Bu şiirim Ziraat Banka'sının Başak Çocuk Dergisinde yayınlandı. Dergi ücretsiz dağıtılıyordu ve daha çok tarımla, ziraatla ilgiliydi. Dergide çocuklara yönelik şiirler, çocukların gönderdiği resimler vardı. Ben de o şiiri göndermiştim.
Nitelikli olarak ilk çalışmam üniversite birinci sınıfında oldu. O dönem nur içinde uyusun, trafik kazasında kaybettiğimiz, Ahmet Tellioğlu diye bir şairimiz vardı. Bizden üst sınıfta olan, Diyarbakır'da tanınan değerli dostum, arkadaşım Ahmet Çakmak’ın yayınladıkları bir dergi vardı. O dergide de bir şiirim yayınlanmıştı. Üniversite ikinci sınıftan sonrada Diyarbakır’da ‘İLGİSİZ’ adıyla bir dergi yayınladım. O dönem ‘İLGİSİZ’ dergisi sadece Diyarbakır’da değil tüm ülkede ses getiren bir edebiyat dergisi oldu. Şu anki büyük yazarlarımızdan Cezmi Ersöz, Ahmet Telli, Şükrü Erbaş, Veysel Çolak, Akif Kurtuluş, Muzaffer Kale gibi birçok büyük şair ve yazar dergimize ürün verdiler. Diyarbakır’lı ünlü şairimiz Adnan Satıcı o dönemler Ankara’daydı çok büyük katkıları oldu. Yine Diyarbakır’ın ünlü avukatlarından, edebiyatçılarından İhsan Fikret Biçici’nin de çok büyük desteği oldu. O zaman Diyarbakır’ın ünlü bir avukatıydı. Maddi durumu iyiydi ve bizi çok destekledi. Bunları da minnetle almaktayım. Yaşayanlar için sağ olsunlar, ölenler için rahmet diliyorum.
İlk Şiir Kitabınız Hangisiydi?
İlk şiir kitabım “Cebimdeki Çakıl Taşları” 2008 yılında Etki Dize yayınlarında Veysel Çolak'ın editörlüğünde yayınlandı. Bu kitabın basımı da benim için sürpriz oldu. İzmir’de Veysel Çolak’ın yönettiği ‘Dize’ diye bir dergi vardı. Zaman zaman dergiye şiirler gönderiyordum. Sohbet ederken;’ Neden senin bir kitabını basmıyoruz.’ dediler. Bunu üzerine ben de birkaç şiir ve fotoğraf gönderdim. 20 gün sonra kargoda tırnak içinde söyleyeyim “telifim olarak” kitaplarım geldi. 2007'nin sonlarında ‘Homeros’ Şükran Kurdakul birincilik ödülünü aldı. Beğenilen bir kitap oldu. Beklediğimin üstünde bir ilgi gördü. Şuan üçüncü baskısı çıktı.
ŞİİR BIRAKILMAZ ANCAK O TERK EDER
Edebiyata Yönelirken Şiiri Seçmenizde Özel Bir Neden Var mı?
Şiir benim vazgeçilmezim. Geçen yıllarda yine Diyarbakır'da tanınan ünlü bir yazarımız şöyle demişti “ Şiir gibi kıytırık bir alanla uğraşmaktan vazgeç. Ben uzun süre çalıştım ama bir şeyler kazanamadım” Ben bir şeyler kazanmak için şiirle uğraşmıyorum. Şiir benim kalbimdir. Şiir benim devletimdir, aşkımdır, ruhumdur. Şiir benim her şeyim. Diyeceksiniz ki siz habercilik ve televizyon programlarıyla da uğraşıyorsunuz onlar da benim mesleğim ama şiir benim mesleğim değil şiir benim. Ben şiiri ayrı bir yere koyuyorum. Ve şuna inanıyorum şiiri bırakıp, öykü, romana yönelenler şayet şiiri terk etmişse bu onların şiiri bıraktığı anlamına gelmiyor. Şiir onları terk etmiştir. Eğer ruhunuzda şiir, şiirsellik varsa şiir sizi tek etmeden siz şiirin imgelerini bırakıp terk edemezsiniz. Çünkü şiir sizin ömrünüzün yarısıdır. Ömrünüzün ortağıdır. Kalbinizin kumasıdır ve sizi terk etmez. Ancak siz tükenirsiniz, yaşama azminizi kaybedersiniz, yüreğinizdeki aşkı kaybedersiniz, mücadele azminizi kaybedersiniz. Siz artık bir şeye öfkelenmez, güzel bir şeye aşık olmazsınız. Bir şeyi arzulumazsanız, ununuzu eler, eleğinizi asarsınız o zaman şiir sizi terk eder. Ama yaşama dört elle sarılmışsanız. Daha güzel bir dünyayı yaşanılır bir vatan, onurlu bir aşkın mücadelesini veriyorsanız şiir sizi asla terk etmez çünkü bilincinizin içinde en derin yerde saklıdır o. Her hafta farklı gazetelerde yazıyorum ama hiçbir zaman şiiri terk etmedim. Her akşam en az bir dize yazmıyorsam ben o gün kendimi zararda sayıyorum. O günü ben eksik yaşamışım sayıyorum. Eğer o günü şiirle kapatmamışsam. Kepengini açmamış, siftah yapmamış bir esnaf gibi hissediyorum kendimi. O yaşam boş ve anlamsız geliyor bana.
BENİ İLGİLENDİREN BU KENTİN BÜTÜNÜ VE RUHUDUR
Diyarbakır’da yaşıyorsunuz. Tarihi bu kentin her köşesinde, bir tarih gizli ve bir şair olarak sokakları dolaştığınızda bu sizde nasıl bir etki bırakıyor, nasıl imgeye dönüşüyor?
Çok ince bir yerden soruyu sordunuz. Benim en hassas olduğum noktalardan birisi Diyarbekir’dir. Diyarbekir’in, Amed’in yeri benim için ayrıdır. Ben zaman zaman dostlarımla sohbet ederken şöyle bir metafor kullanıyorum diyorum ki; ”Demirel bu ülkede dört kez gitti beş kez geri geldi, başbakan ve cumhurbaşkanı oldu. Ben de Diyarbakır’dan 5 kez ayrıldım 6 kez geri döndüm. Ve bunun üç defasında da kovuldum aslında. Ama bu kente döndüm. Çünkü bu kent benim. Bu kent benim için başka bir şeyi ifade ediyor. Zaman zaman Diyarbakır’la ilgili yazılar yazıyorum. Burada doğmadım ama gençliğimi burada yaşadım ve şuan yine burada yaşıyorum. 5 kez ben bu kentten ayrıldım altıncı kez geri döndüm. Bu kent için Ankara’yı, İstanbul’u, Antalya’yı, Mersin’i, Urfa’yı, Mardin’i terk ettim. 6 kenti terk edip her zaman bu kente geldim. Dediğim gibi bu kent benim. Bu kente ayrı bir anlam biçiyorum. Tarihselliği, kadim kültürü beni ilgilendirmiyor. Bu kentin surları, ziyaretleri, türbelerinin hiç biri beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren bu kentin bütünü ve ruhudur. Lale Müldür bir şiirinde diyor ki “ Sana yüklediğim anlamları senmişsin gibi düşünme aldanırsın, sen o anlamlarla sadece bende varsın. “ ben bu kente bir anlam biçiyorum. Bu kentin ruhunu, insanını, yere düşmüş yaprağını, kaldırımdaki o kırık taşları, yol boyunda dilenen o küçük çocukları, simit satan cengaverleri seviyorum. Ben bu kentte o surların üzerinde durup düşlerine ağlayan o gencecik çocukları seviyorum. Sokaklarda yürüyen yaşlı bilgeleri seviyorum. Ulu Caminin bahçesinde yaz aylarında oturup birlikte kavun karpuz kestiğim, kışın bir bardak sıcak çayı bölüştüğüm insanları seviyorum. Kentin tarihi surları tarihçileri ilgilendiriyor ama şunu da ifade edeyim bu kenti korumak gerekir. Bu kentin değerlerini, maneviyatını, tarihsel değerlerini, kutsal mekânlarını korumak lazım çünkü bir şehrin kimliği bir bütündür. Sadece bir özelliği değildir. Ben bu kente başka bir anlam biçiyorum yani. Diyarbakır’ı seviyorum ve benim şiirlerimde ki ben her ne kadar köken olarak Urfa Mardin asıllı olsam da yazılarımda daha çok Diyarbekir vardır.
DİYARBEKİR’DEN TAŞINMAYI KENDİME BİR CEZA VE SUÇ OLARAK GÖRÜYORUM
“Sen gittiğinde,
gittiğinde ne oldu ki,
Yüzünün emanet aldığı yüreğim,
dönmedim çağırdığım intiharlara.
Gittiğinde sıcaklığımı kaybettim,
dağınık pazar yerlerine benzedim,
duvar diplerine,
ıslak üşümelere
kimsesiz evlere benzedim.
Gittiğimde elimi kestim acın dinsin diye,
rüzgarlara yol verdim,
sulara indim,
gittiğinde dönen yolculardan haberlerini dilendim.
Karanlığı ve yıldızları taşıyan sabaha,
uğultusunda kaybolduğum buğulu aynalara,
yalanlara,
kananlara,
ayılanlara,
artık kıblem bildiğim dağlara küfrettim.
Gittiğinde ateşle yıkandım.
Bahçedeki ağaçları yaktım.
Resimlerine baktım,
ölümlere aktım,
gittiğinde ne yaptım biliyor musun?
Söylesem inanmazsın ama
Saklıyor diye anılarını
Diyarbekir’den taşındım.”
Ben Diyarbekir’i bu kadar seviyorum. Diyarbekir’den taşınmayı kendime bir suç, bir ceza olarak görüyorum. Bu kenti bu yüzden seviyorum ben. Bu kent benim için vazgeçilmezimdir. Bu kentte yaşayacağım ve öldüğüm zaman da bu kentin sokaklarına gömülmek istiyorum.
Bir Şair gözüyle baktığınızda şiirlerinize ilham olan şeyler neler oluyor, sizi en çok neler etkiliyor?
Deminde söylediğim gibi bu kente kendim anlam biçiyorum. Bugün karlı bir günde sizinle röportaj yapıyoruz. Ve sabahtan beri aklımdan geçen dize şu;
Karlı bir Diyarbekir sabahı kadar güzelsin be sevgili.
Çünkü bu kente gerçekten kar yakışıyor. Bu sabah gittiğimde kurumuş çınar ağaçlarının yaprakları ve dalları üzerinde biriken karlar için binlerce fotoğraf çekmek istedim. Onlarcasını çektim zaten. Bu kentin insanlarının da ayrı bir ruhu var. Bakın son günlerde sosyal deney adı altında bir takım saçmalıklarla bizim insanlarımızı sınava tabi tutuyorlar. Bizim küçücük yoksul simitçi çocuklarımızı teraziyle tartıp, simit satıp, peçete satıp harçlığını çıkaran, hayatının devam ettiren çocuklarımızı bir sınava tabi tutuyorlar. Bir insanlık deneyine tabi tutuyorlar. Sosyal deneyciler, you tuberlar diyorlar. Ve dikkatinizi çekiyor mu? Simit satan çocuk, yoksulum diyen batılı bir insana döner almaya çalışıyor. ‘ Abi yanına da ayran alayım mı diyor.’ Şimdi bu çocuk sevilmez mi. Bu çocuğa şiirler, destanlar yazılmaz mı? Bu kentte hangi kapıyı çalarsanız çalın yazın size ısmarlayacakları bir bardak ayranı, kışın verecek bir bardak sıcak çayları vardır.
BU KENTE ÖZGÜRLÜK VE BARIŞ YAKIŞIR
Her ne kadar ürkütülmüşse de o kapılar, her ne kadar korkuyla bastırılmışsa da bu insanlar, gülen yüzleri, seven yürekleri paylaşan bir sofraları her zaman vardır. Ben bunlara şiir yazmayacağım da kime yazacağım. Tabi sadece paylaşımları değil. Bu kentin kavgaları da güzeldir. Onurlu bir kavgası var bu kentin. Bu kentin özgürlük, barış, adalet diye bir misyonu var. Bunu sağlamaya çalışıyor. Ama maalesef gelin görün ki güzelliklerle değil zaman zaman böyle absürt şeylerle anılıyor. Hayır, onlar istisnadır. Bu kentte yaşayan bir milyon insan varsa, ilçelerinde 500 bin yaşayan insan varsa. Bunların içinde huzuru bozacak bir kısım insan çıkar. Bu kent, barış, huzur, kardeşlik kentidir ve bu kente özgürlük yakışır. Bu kente adalet yakışır ve bu yüzden de ben bu kenti seviyorum. Yazılarımda ve şiirlerimde de ben bu kenti yansıtmaya çalışıyorum. Bazen Diyarbakır şiddet, kapkaç olaylarıyla anılmaya çalışılıyor. Bunlar istisnai olaylar. Demin röportajlarda dedim ki ben çantamı duvarın üzerinde unuttum yarım saat sonra hatırladım güvenlikçi aradı evime bıraktı. Bu bir güven duygusudur. Bu kentin insanları minibüslerde unutulan şeyleri emanete bırakılıyor. Biz kentin güzelliklerini görmeye çalışmalıyız. İnsanlar neyi görmek istiyorlarsa onu görüyorlar. Ben bu kente baktığımda gül görüyorum. Bu kente baktığımda bazalt taşlarının kara rengini değil, o taşlar üzerine işlenmiş aslan resmini, kartal desenini görüyorum. O taşlar üzerindeki tarihi notların düşüldüğü yazıları görüyorum. Çünkü güzel düşünüp güzel görmek istiyorum. Bu yüzden bu kenti yazılarımda, şiirlerimde, radyo ve televizyon programlarımda işliyorum. Ankara’da 1996’da İl Gazetesi’nde yazıyordum. Yerel bir gazetedeydi. Orada Diyarbakır’ı yazıyorum. Ankara ve İç Anadolu’da okunuyordu. Bir gün yayın yönetmenim beni çağırdı. Sonra da posta gazetesine yayın yönetmeni oldu. Dedi ki; ‘Hocam burası Ankara ama sen habire Diyarbakır haberi yazıyorsun.’ Dedim ki; İnsan sevdasını bırakıp gitmiyor ki, insan sevdasını yüreğinde taşıyor. Ankara da yaşıyor olsam da; benim sevdam Diyarbekir’dir. Ben onu anlatıyorum. Ankara’da yaşayan binlerce Diyarbakırlı, Urfalı, Mardinli, Batmanlı var. Ben Diyarbakır’ı yazdığım zaman sadece Diyarbakır’lılar değil onlar da kendi kentlerini yazmış gibi kabul ediyorlar.’ Diye aramızda bir diyalog geçti.
Edebiyatçıların yaşadığı bir yer Diyarbakır neler söylemek istersiniz?
Diyarbakır tarihsel süreç içerisinde büyük şairler, yazarlar yetiştirmiş bir kent. Burada sadece Ali Emîrî’den veya Cahit Sıtkı’dan bahsetmeyeceğim. Günümüzde de Diyarbakır’da yetişmiş şairlerimiz var. Genç kardeşlerimiz var çok güzel yazan. Dünyada ses getiren bir çok dile çevrilen sanatçılarımız var. Yine televizyon sektöründe çalışan çok iyi muhabirlerimiz var. Bu anlamda Diyarbakır’ın ayrı bir misyonu var. Siz de bu kentin değerlerini tanıtmakta gerçekten çok kadim çok değerli bir çalışma yürütüyorsunuz. Sizi ve Tigris Haberi kutluyorum. Çok önemli bir misyonu üstlenmişsiniz. Türkiye’de en çok takip edilen bir site Tigris Haber. Herkes ölür ama sanatçılar ve bilim adamları yaşar. Ve sanatçılar arasında şairlerin ayrı bir yeri vardır. Ben de her ne kadar kendimi şair olarak tanımlamasam da şair olmaya çalışan, şiirde kendini çırak gören biri olarak Aragon’un sözüyle bitirmek istiyorum. Diyor ki; ”Şairleri sevin, şairleri severseniz günahlarınız bağışlanır.” Bu kentin de değerli sanatçı, şairleri var. Sizlere de teşekkür ediyorum.
Biz de size çok teşekkür ediyor, sesiniz ve kaleminiz herdâim olsun diyoruz?