Dün gibi bir günde doğmuşum.
Doğduğum evi, mahalleyi biliyorum, bildim.
Uzun zamanda oralarda, o mahallede yaşadım, hala oralardayım.
Gezip, dolaşıyorum.
Neden?
Belki de bir şeyler arıyorum, kendime göre, kendime dair, geçmişe ait…!
Sur içi, Yeni kapı, hançepek dolaylarından söz ediyorum.
Daha önce de yazmıştım, 4 eve yayılmış, bebeklik, çocukluk, gençlik yıllarımı.
Doğduğum ev; Harun amcaların evi, tek gözlü kiralık bir oda. Ben, o aileyi uzun yıllar hep akraba, dayı, teyze, hala, amcaoğlu, teyze oğlu gibi bildim. Hala da öyledir, dağınık olmamıza rağmen, karşılaştığımızda duygular öyledir.
Aileler ve devamları var, ancak o evler yok!
Sonra kısa süre oturduğumuz bir ev, ardından kendi evimiz, yani şimdi Kaymakamlık binasının arkasına denk gelen elektrik trafolarının olduğu yer.
Ve de şimdi Ermeni Kilisesinin tam karşısına denk gelen sıralı dükkânların hemen arkasındaki gençlik yıllarımın olduğu ev. Ancak, bu evlerin hiç biri yok.
Dün filmi geriye saydım, şerit sağlam, tümü hafızamda.
Okuduğum ilkokul, Süleyman Nazif ilkokulu, yani şimdi kaymakamları ağırlayan tarihi bina. Okul olmadan önce de kiliseymiş zaten.
Değişim, dönüşüm, ileri medeniyet falan filan derken geldik buraya kadar.
02.08.1958’den/ 02.08.2023’e kadarki zaman diliminde ne yaptım diye düşündüm.
Meslek; sadece gazetecilik
Sonra öğrencilik, devrimcilik, solculuk, hak, hukuk, adalet arayışı
Yalan, dolan, riya; Asla.
Para, pul, mal, mülk edinme gibi bir gayret, düşünce, çaba; olmadı desem yalan olur, zaten, o ‘gayret, çaba, düşünce’ dediğimiz üçlü arasında o dürtü de heba olup gitti.
Bir iki denemede de kandırıldım, sonra o çabadan da vazgeçtim.
Tam da bir dikili ağacımız var diyecektim ki, onun da dikili olmadığı geldi aklıma.
Ofiste rahmetli eşim ve annemin altınlarını bozdurup aldıkları evimiz vardı. Müteahhide verelim dediler, verdik, sadece bir daire istedim. Başkaları fazladan şeyler istemiş, müteahhit sahtekar çıktı, karşılayamadı, öyle kaldı. Binayı da yıkıp sıfırladılar, şimdi bekliyoruz ki, sihirli bir el değsin, dikili bir ağacımız olsun. Neyse ki, annemin bir evi var, barınma ihtiyacımı gideriyor.
Gerçi dönüp bakıyorum sur içine, dört evden söz ediyorum, hiçbiri yok ortada.
Yani olmayınca olmuyor işte.
Bize olmadı da, olanları biliyorum bu kentte.
Yan yatan, çukura batan, diz çöken, hatta hatta benim etrafımda dolanarak kendine menfaat sağlayanları elbette biliyorum.
Ne diyeyim, geride kalanlar da bizim olmayacak, ileride gördüklerimiz ya da göreceklerimiz de.
Annem hep derdi; ‘Ev yıkanın evi olmaz’ diye.
Sadece annem değil, eskiden Diyarbakır’da sık duyardık bunu.
Bu bir öğüt idi, düzgün davranış biçimine çağrıydı, çoğumuz buna uyduk, öyle büyüdük.
Uymayanlar da başka türlü büyüdü.
İki büyüme arasındaki fark ise, omurgadır, dik duruştur.
Yaşımı sevdim, olgunlaştırmış.
Diyarbakır’a, geçmiş’e, geleceğe tanıklık devam ediyor, edecek.