Yazının başlığına bakıp da aldanmayın. Aslında Kürt Halkı olarak “topyekûn” Diyarbakır Beş Nolu Cezaevi’nin genellikle mahkûmu ve dahi mağduru, sakini, konuğu, ev sahibi olduk. Adeta hep birlikte o Dünyaca Ünlü “On cezaevi”nden biri olan İşkencehanede toplu bir ritüel gibi “yattık” dersek mübalağa olmaz.
Dün “Diyarbakır Beş Nolu Cezaevi Müze Koordinasyon Merkezi”nin Sümer Park’taki mekânında “14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu”nun Sergi açılışındaydık.
Dört evladını 12 Eylüle karşı direnişte ve haklı savaşta kaybeden Sakin(Arat) Ana, hepimizin anası ile beraber dolaştım sergiyi. PKK İddianamesi yazan afişin önüne geldiğimizde Ana’ya dedim ki “Aslında bu sergi salonunun kapısına o içerdeki ünlü sloganı kazımak gerekirdi: Türkçe Konuş Çok Konuş”. Sakine Ana hemen ekledi: “Sadece içerde değil dışarıda da Türkçe konuşmak zorunluydu. O yıllarda yaşı yetmişin üzerinde olan bir ana ile birlikte görüş sıramız için içeri alınmayı bekliyorduk. O anamız tek kelime Türkçe bilmiyordu. Ona dedim ki; Sadece ‘Oğlum Memet nasılsın?’ de başka bir şey deme! Girdik içeri oğlu karşıdan gelir gelmez ananın ağzından ‘Kurêmin Mehemed, tu çavayî’ sözü çıktı. Oğlu da öbür taraftan ‘dayê başim, tu çawayî’ sözünü eder etmez! Oğlunu öbür taraftan(içerden), anayı da bu taraftan(dışarıdan) korkunç bir şekilde dövdüler. Kadın yere düşüp bayıldı. Oğlum Cemal(Arat) öbür taraftan ‘ana görüş bitti. O anayı al git’ dedi. Aldım anayı birkaç kişiyle dışarı çıkardım. Bir yandan da kulağına Kürtçe fısıldıyorum sakın dışarı çıkana kadar konuşma ağzından tek kelime çıkmasın. Çıktık dışarı ve o ana bir çığlık attı. Sanki dünya yıkıldı gibi”
Sergi o devasa hafızanın minik bir belleğinin hatırlatmasını sunuyor. Dönemin Kürt cephesi dış basını olan Serxwebun’dan alıntılar dikkatimizi çekiyor. “Beş devrimci şehit düştü” diye bir haberi manşete çekmiş gazete. Gani Alkan anlatıyor: “Bakın o denli zor koşullar ki; Bedrettin Kavak ve Mehmet Karasungur gibi arkadaşları bile şehit düşmüş haberi veriyorlar. Çünkü cezaevinden sağlıklı haber almak dışarıdakiler için hayli zor”.
Sonra geliyoruz dönemin yaygın medyasından örneklerin afişlerine; Hürriyet Muhabirinin haberi; “Diyarbakır cezaevine girdik! Kardeşçe yaşıyorlar, disiplin içindeler, militanlar savaşı yerine spor yarışı, kalaşnikof tutan eller oya işliyor.” 1980-82 yılları arasında iki yıl beş nolu’da yatmış olan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi EşBaşkanı Gültan Kışanak; “Hepsi yalan! O koca iki yıl içinde sadece üç kez görüşe çıkabildim. O görüşlerde de birer ikişer dakika sadece kuru bir merhaba diyecek kadar oluyordu” dedi.
14 Haziran büyük direnişi ve ölüm orucu nedeniyle açılan hafıza merkezi ve müzedeki sergi aslında Kürdistan coğrafyasındaki son kırk yılın ilk yıllarının bir hafıza tazelemesi niteliğinde. Bugün Kürtlük adına elde edilen kazanımların kimlerin, hangi şahsiyetlerin uğruna ölümlere gidilen kelimelerin, cümlelerin dillendirilmesi için bir varlık, yokluk kavgası. Ya da doğru telaffuzla bugün de “Varoluş Kavgası”nın diğer adı olmuş sergi.
Hafıza “unutma” diyor. Çünkü biliniyor ki; Unutan Unutulur.