Dışı Pasta, İçi Küncülü Çörek kokan şehir

Şeyhmus DİKEN

Biri bana sormuştu; “Diyarbakır’ın Yenişehir ve Bağlar ilçeleri ne zaman kuruldu.” Sorudan fark etmiş olmalısınız ki surların içindeki şehri sormaya gerek duymamıştı. Çünkü orası zaten “şehirdi” ve hep yerli yerince, yerinde duruyordu. Sormaya ne hacet! Hem şehir dediğiniz zaten orası değil miydi?

Ama bütün eski ve kadim şehirlerin bir şekilde pabucunun dama atıldığı, gözden de gönülden de ırağa düştüğü zamanlardı artık.

Doğup büyüdüğü anılar istiflediği şehri üstüste yığılı mukavva yerine beton kutulara hapsolmaya hemen şehrin yanıbaşındaki adına “yeni” denen şehir evlerine rıza göstermişti kimileri!

Kimileri de daha ötesine uzayıp gönülden ırağa düşmeyi yedirmişti kendilerine.

Yenişehir, suriçinde yaşayan kent halkının önce 1930’lu yıllarda kamu binalarıyla, 1950’den sonra da kent halkının evler, lojmanlar ve sosyal mekânlarla sur dışına yavaş yavaş taşınmasıyla oluştu.

Bunu pekiştiren en güçlü argüman şuydu: Diyarbakır’ın kadim zamanlardan bu yana dört yöne açılan 4 kapısı vardı (hâla var). 1957 ve 59’da Yenişehir yönüne kuzey ve batı arasında iki yeni kapı açılır sur duvarlarında. İkisinin arasında 300 metre mesafe vardır. Tekkapı ve Çiftkapı.

Dağkapı ile Urfakapı arasındadır bu kapılar. Şehir halkı yeni zamanların bir ve birden fazla katlı apartman silsilesi ile tanışınca Yenişehir oluşur 1950’ler ve sonrasında.

Dağkapı dediğimiz hemen surların kuzeye açılan kapısı tez zamanda şehrin sosyalleşme mekanı olur. 1954’de açılan Balkanlar’ın ve Ortadoğu’nun en büyük en modern sineması Dilan, kentin ilk turizm belgeli oteli Turistik Otel, Dağkapının göbeğinde Emirgan Parkı, hemen karşısında önce Halkevi sonra Yenişehir Sineması;  bir anda şehrin doğuya ve güneye açılan Mardinkapısını gölgede bırakır.

Sonra neredeyse Yenişehir’e bitişik komşu olan, arada sadece tren raylarının sınır oluşturduğu Bağlar. Tabii ki Yenişehir’in yeniliğine göre hem daha eski hem de bir yönüyle Yenişehir’le yaşıttır.

Eski Kentin iki sayfiye ve yazlık yerinden biridir Bağlar. Dicle boyu nasıl bahçelik, bostanlık, meyvelik bir yaz sayfiye alanıysa kent için. Bağlar da aynı şekilde üzüm bağlarının olduğu bağlık alandır. Doğal olarak her bağın içinde birer de bağ köşkü vardır ki bu da bağların eskiliğidir.

1935’lerde kente demiryolu gelip ve istasyon-gar kurulunca önce hemen istasyonun bağlara doğru karşı yakasında (demiryolunun öte yüzü) küçücük bahçeleri olan, etrafı basit köy türü duvarlarla örülü evler yapılmaya başlandı. 1960’larla birlikte apartman kültürü ile kentler tanışınca bir kaç on yıllık zaman dilimi içinde de hem o bazalt taştan yapılma bağ köşkleri, hem de o küçük bahçeli evler yıkılarak bir kaç katlı altyapısı yetersiz çok kötü bir yapılaşmaya dönüştü o eski Bağlar.

Tabi ne o üzüm bağları kaldı geriye, ne de Bağ köşkleri...

Şimdi bu korona virüsten hapisli günlerde geriye dönüp baktığımda; adına Diclekent, yetmişbeş metrelik yol ve hinterlandında özellikle akşam ve sonrasında baloya gitmeye hazırlanan dekolteleri hayli afralı tafralı telaşlarıyla dış cepheleri ışıklandırılmış süslü püslü eğlenceye yetişme derdinde yükseldikçe yükselen korunaklı steril siteler görüyorum yeni gelişen alanlarda.

Benim için suriçi yani şehrin ana rahmi hep küncülü (susamlı) mahlepli Diyarbekir çöreğiydi. Surun dışı ise adını hangisiyle ünlerseniz ünleyin Yenişehir ya da diğerleri; hayatlarımıza sonradan nüfuz eden yılda bir kez kutlanan yaşgünleri için üzeri mumlanmış yaş pastaydı. Hani bir gün kalınca bayatlayıp bulamaca dönüşerek bir şeye benzemeyen yaş pasta.

Sahi sizin tercihiniz hangisi; içi küncülü çörek kokan şehir mi, yoksa dışı mumlu yaş pasta mı?

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.