Kitapların değerinin farkına vardığım çok küçük yaşlarımdan beri sahaflar, kitabevleri bana hep bambaşka bir huzur vermiştir. Kitapları incelemek, yeni yazarlar tanımak, yeri geldiğinde Dostoyevski’nin aklından geçenlere dokunup yeri geldiğinde de Frodo'yla uzun bir yolculuğa çıkmak; bana sorarsanız yeryüzünde yaşayabileceğimiz en büyük hazlardan biridir kitap okumak. Çağların açılıp kapanması, yeni icatlar, modern dünya ve hatta bir alternatifi olan elektronik kitaplar bile kitapların hayatımızdaki yerini sekteye uğratamamıştır. Peki ya kitapçılar? Bir dükkan olarak değil, şahıs olarak kitapçılar; gerçekten bu işi severek yapan kitapçılar bana kalırsa çok şanslı ve kıymetli kişilerdir. İşlerinin başındayken bir yandan Tolstoy göz kırpar onlara, bir yandan Oblomov miskin miskin oturur, kim bilir belki kimi zaman da Küçük Prens uğrar yanlarına.
Yaklaşık üç yıldır fırsat buldukça yanına uğradığım, kitap önerileri aldığım Ali Açıkgöz ağabey de işinin ehli ve aynı zamanda (derecelendirmek haddime düşmez ama) iyi bir okur olan kitapçılardandır. İçinde bulunduğumuz pandemi dönemi öncesinde kendisinden istediğim son öneride, bana İş Bankası Kültür Yayınları'ndan günümüz Türkçesiyle basılan Direktör Âli Bey'in Seyahat Jurnali kitabını önermişti. Kitabı incelediğimde Âli Bey'in içinde Diyarbakır da dahil olmak üzere İstanbul’dan Hindistan'a uzanan yolculuğunda geçtiği şehirler hakkında incelemelerde bulunduğunu gördüm ve gerçekten ilgimi çekmişti. Gelin kitabın Diyarbekir bölümünde yer alan incelemelerle Âli Bey'in gözünden Diyarbekir'i birlikte inceleyelim.
“Diğer adı Amed olan Diyarbekir, Dicle'nin sağ yakasında, gayet yüksek duvarlı bir kalenin içinde, nüfusu yirmi binden fazla büyük bir şehirdir.”
“Memleketin zemini yüksek olduğundan kaleden Dicle'ye kadar yokuş aşağı bahçeler dedikleri ormanlar vardır.”
Burada değinmek istediğim şu ki (araştırma eksenimdeki) bazı kaynaklarda eskiden Efsel Bahçeleri olarak da bilinse bile; Âli Bey, Hevsel Bahçeleri'nin ismini belirtmeden dolaylı olarak bahsediyor. İçinde birçok canlı türünü barındıran ve hayranlık uyandıran Hevsel'den daha detaylı bahsetmesini beklerdim açıkçası.
“Ahalisinin çoğunluğu İslam ve bir kısmı Ermeni ve Keldani'dir. Hepsi Türkçe ve Kürtçe ve bazen Arapça konuşurlar.”
Şehrin tarihinin canlı tanıklarından tarihi dinleme şansı bulduğum Şehrin Hafızaları Konuşuyor projesinde de Diyarbakır'ın içerisinde farklı etnik kökenlerden insanların barışçıl bir ortamda yüzyıllardır yaşadığını anlatıcılar vurgulamıştı.
“Şehrin evleri kara taştan yapılmış muntazam binalardır.”
“Kara taş" olarak nitelendirildiği taşın bazalt olduğunu düşünüyorum. Yazar, Diyarbakır'ın mimari yapısını çok beğenmiş olacak ki kitabın diğer bölümlerinde yer alan şehirlerin mimari yapısını da Diyarbakır ile karşılaştırıyor.
“Hanedan ve ahalisinden pek çok edebiyatçılar ve zarif, terbiyesi ve tahsili mükemmel kişiler vardır.”
Yüzyıllardır Diyarbakır pek çok şairi ve yazarı bağrında yetiştirmiş kadim bir şehirdir. Bu seyahatnamenin yazıldığı 1885’ten sonra da Diyarbakır'ı temsil eden Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmed Arif ve birçok yazarın daha arkalarında ölümsüz eserler bırakmaları bu sözleri doğrular nitelikte.
“Diyarbekir ahalisinin müzevirlikle* meşhur olması üzücüdür. Gariptir ki yine kendi aralarında ‘Diyarbekir'in evleri, köpekleri ve ahalisinin kalpleri karadır.’ diye meşhur bir söz vardır.”
Alıntıda yer alan sözü kendi eksenimdeki kaynaklarda araştırdım ama bir ize rastlayamadım. O döneme yakın bir zaman diliminde yaşamış, şehrin canlı tanıklarına sormakta fayda var; sözlü tarih çalışmalarının önemi bir kez daha gösteriyor kendini.
(Son bölüm olan ikinci yazımda görüşlerim ve yine alıntılarla devam edecektir.)
*arabozucu