Ülkeyi, bizi yönetenler kuyrukta ‘Özür’ diliyor, ‘Pardon’ diyor.
Halk adına Devlet erkini elinde bulunduranların, periyodik eksik ve yanlışlarından dolayı sürekli ‘pardon’ diyen ‘Özür’ dileyen tavrı, Devlet ciddiyetini tartışmalı hale getirdi.
Onarılması güç gibi görünse de açılan yaraları sarmak mümkün, ancak, pardon ve özürlerden kaynaklı zarar görenlerin yaralarını kim, nasıl saracak?
Bir kısmının özrü ve Pardon yaklaşımı kişisel ve şahsi zararlara dönük olsa da, asıl düşünülmesi, tartışılması ve sorgulanması gereken ülkenin tamamının felaketin eşiğine getirilmiş olmasının izahının nasıl olacağıdır.
‘Pardon’ ve ‘Özür’ ile geçiştirilecek davranış biçimleri kişisel olduğunda affı ve kabulü mümkünler içinde olabilir. Ancak, toplumsal bir felakete yol açabilecek türden ise, mümkünler içinde olması tartışmalıdır.
Yıllardır Devlet erkini elinde bulunduranlar, Devleti örümcek gibi saran FETÖ yapılanmasının izahında güçlük çekiyorlar. ‘Bilmiyorduk’, ‘Kandırıldık’, ‘İyi gizlenmişler’ gibi saf bir tutum sergilemiş olmalarının toplumsal karşılığı yok.
Onlara şunu sormak lazım; Bu yapılanmayı görenlere, uyaranlara, onlarla ilgili iddianame hazırlayıp bugünlere işaret edenlere neden inanmadınız?
Örneğin; DGM başsavcısı Nuh Mete Yüksel’in 2000 yılında hazırladığı iddianame, polis müdürlerinin raporları. Bunlara ciddiyetle yaklaşılmış olsa, 16 yıl önce bu örümcek yapılanmanın kök salması engellenebilirdi.
Bu uyarıların neden değerlendirilmediğini sormak vatandaş olarak hakkımız değil mi?
**
Devlet erkini elinde bulunduranların özrünü ve pardon unu toplum olarak kabul edeceksek, bu yapılanmaya İslami ve vicdani değerlerle eklemlenmiş olanları da titizlikle onlardan ayırıp pardon ve özürlerini kabul etmek durumundayız.
**
Bizi görenler onları neden göremedi?
Hiç anlatmak istemezdim, ancak kısa da olsa örnek olması, bilgi vermesi açısından anlatacağım.
Yıl 2005-Diyarbakır’da Güneydoğu Ekspres adıyla gazete çıkardım. Bir 10 Kasım günü, Atatürk ile ilgili haber gazetede çok büyük kullanılmadığı için dönemin 7. Kolordu komutanı, daha sonra Genel Kurmay Başkanı Necdet Özel’den çok özel tepki aldım. Hatta bu konuda elden gönderdiği bir yazı ile kınandım, telin edildim. Büyük baskı altında kaldım. Oysa haber her gazetede çıktığı ölçüdeydi. Ortaklarım da baskı altına alındı, sonuçta ben gazeteyi bırakıp, işin içinden çıkmak zorunda kaldım.
Bu konuyu hiçbir zaman konuşmadım, gündem yapmadım. Dün Hürriyet gazetesinde Necdet Özel’in röportajını görünce şeytanım beni dürttü, kısa da olsa anlatıp, bu meseleye bağlamak istedim.
Sayın Özel, özetle şöyle demiş; ‘Demek ki kendilerini çok iyi gizlemişler. Hepimiz özür dilemeliyiz, Millet hepimizi affetsin’.
Kötü niyet içermeyen bir haberden dolayı bizi görüp, kınayanların devletin, TSK’nın içine kötü niyetle ağ kuranları neden göremediklerini sormak ve sorgulamak, vatandaş olarak hakkımız değil mi?
Sıradan bir gazeteci olarak bizi görenler bu örümcekleri neden göremedi. Hadi onları göremediniz, başsavcının hazırladığı iddianameyi, polis müdürlerinin hazırladığı raporları da mı göremediniz?
Yıllar sonra üzüntülerimizi bildirmeyelim de ne yapalım?