Provaları yaklaşık üç aydır süren ve altı ay kadar önce de 2018-19 programına alınan Mem ile Zin oyunu 8 kasım perşembe akşamı Diyarbakır Devlet Tiyatrosunun Orhan Asena Sahnesinde perde deyip premierini yaptı.
İki perdelik ve iki saat süren Mem ile Zin’i, oyunun yazarı otuz yıllık arkadaşım Cuma Boynukara ile birlikte izledik.
Mem û Zîn, Memê Alan destanından esinlenilerek Ehmedê Xanî’nin 1692 yılında yazdığı ve tarihten bu yana süregelen bir aşk ve vatan hikâyesi.
Yazılı metni kitap olarak defalarca okuruyla buluştu. Ben kitabı 1968 baskısından iki dilli olarak bilirim. Rahmetli Musa Anter’in anlatıcı olarak girizgahında gözüktüğü filmi de çekildi.
Benim bildiğim dördüncü kezdir de tiyatro oyunu olarak sahneleniyor. İlk kez 1995 yılında rahmetli Veysel Öngören’in yönetiminde Diyarbakır Şehir Tiyatrosu sahnelemişti. İkinci defa Işıl Kasapoğlu&Bülent Emin Yarar yönetiminde 2005’te Semaver Kumpanya’da sahnelendi. Altı yıl evvel 2012’de Van Devlet Tiyatrosu İpek Atagün yönetiminde sahneledi. Basından izledim biliyorum: oyun yazarının metni üzerinde izinsiz değişiklikler nedeniyle mahkemelik olunmuştu.
Ve son kez Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Fırat Aygün yönetiminde 44 kişilik oyuncu kadrosuyla Mem ile Zin’i sahneye taşımış oldu.
Oyun üzerine biraz da zamanın ve mekânın ruhunu işin içine katarak bir kaç kelam etmek niyetindeyim.
Ülke, coğrafya ve şehir son üç yıldır çok zor zamanlardan geçiyor. Cumhuriyetin kuruluş yıllarından bu yana alışılagelen parlamanter yönetim biçimi bir süredir yerini başkanlık sistemine bıraktı. Bu sancılı geçiş süreci bir süre daha süreceğe benzer.
Bu süreç içinde ciddi tahribatlar, kentsel alt-üst oluşlar yaşandı. Diyarbakır suriçi, Cizre, Yüksekova gibi şehirler tarih ve kültürel kimliğinden hızlı bir kopuşu yaşadılar. Kimi yerlerde o ciddi tahribatın uygulamalı hâli olan ohal durumu kalkmış olsa bile sıkıntılı hâl devam ediyor.
Ekonomik, sosyal, kültürel ve politik ortamın hayli daraldığı bir zaman diliminden geçerken dil ve dil üzerinden sanatsal entelektüel performanslar da payına düşeni alıyor.
Dokuz yıldır Diyarbakır Devlet Tiyatrosuna kadrolu yeni oyuncu alınmadığından tiyatronun doksanlı yıllarındaki güçlü performansı da bir hayli zayıflamış. Bu sebeple hemen ilk ağızdan söylenecek şu ki;
“Sözleşme” ile tiyatro heyecanlarını var eden genç kuşak oyuncular oyunda ekip içi çalışmadan çok sanki bireysel öne çıkma derdine düşmüşler.
Devlet tiyatrolarının en hassas olduğunu bildiğim diksiyon meselesinde oyuncularda arada takılmaları fark ettim. Bu durumu kısmen oyunun ilk gecesine ve henüz oturmamışlığına saydım.
Oyunun müzikalitesi, sahne düzeni, kostüm tasarımı; ez cümle görsel kucaklayıcılık gayet iyi. Beş Kürtçe şarkının canlı müzik eşliğinde yine canlı olarak seslendirilmesi Devlet Tiyatrosu açısından cesurca.
1994 yılında Cuma Boynukara tarafından yazılmış oyunun 25. Yılında oyun yazarının kendi şehrinde oyununun sahnelenmesi güzel. Tabi Diyarbakır Devlet Tiyatrosunun da kuruluşunun 30. yılında böyle bir tercihle seyircisiyle buluşması ayrı güzel.
Cuma Boynukara’yı uzun zamandır tanıdığımı başta yazmıştım. 1980’li yıllarda bir avuç genç sanat sevdalıları olarak önce Diyarbakır Sanat Tiyatrosu, sonra Diyarbakır Şehir Tiyatrosu ekibi içinde nasıl zorluklar yaşadığını / yaşadıklarını yakından bilenlerdenim. Traktör römorklarını birleştirip köy yerinde ya da kasaba meydanında seyirlik oyun sahneler gibi oynamak. Ya da metruk bir binaya uzatma kablolarıyla elektrik çekip inadına tiyatro demek!
Sonra, 1994 yerel seçimleri sonrası Refah-Yol iktidarı döneminde şehir tiyatrosunun nasıl lağvedildiğini oyuncuların nasıl ortalığa saçıldığını ilgili kamuoyu çok iyi biliyor.
1999’la birlikte belediye yönetimi değişip şehir tiyatrosu yeniden kurulunca, bu kez de başka dar zihinsel önyargılarla Cuma Boynukara’ya nasıl blokaj uygulandığını yine ilgilileri yakından biliyor.
Sonuç itibariyle iki saatlik ve iki perdelik Cuma Boynukara metni Mem ile Zin oyunu bittiğinde bütün ekip sahneye çağrılıp seyirci ile ilk gecesinde yüzleşildiğinde yanımdaki arkadaşlara sonra da fuayede Ankara’dan gelen dramaturg Şaziye Dağyapan’a dedim ki; “oyunun bir tek yerinde Kürt kelimesi geçmiyor. Bu, kendi açısından çok manidar! Hiç Kürt demeden Kürdün aşk hâlini anlatmak / sahnelemek! Üstelik beş Kürtçe şarkıyı hem de hiç Kürtçe bilmeyen oyunculara söyletmek” alkışı sahiden hakkettiren bir performanstı.
Son bir cümle; Devlet(in) Tiyatrosu Diyarbakır sahnesinde Kürdi teatral sanata dair ezberini sanki bozuyor gibi...
16 Kasım 2018 Diyarbekir
Şeyhmus Diken