Az kaldı, Kürtler de kendilerine “Türk” diyenler kadar bu devletin sahibi, egemeni olacaktır, hatta idare edeni olacaktır. Öyle yalandan, birilerinin gönlü hoş olsun, gardı alınsın diye değil, gerçekte bu öyle olacaktır. Başka bir çıkış yoktur, başka bir yol görünmüyor. Öyle anlaşılıyor ki Kürtler olmadan, dahası bu devlet biraz da Kürtleşmeden asla demokratikleşmeyecektir, bölge barışının, kardeşliğinin teminatı olamayacaktır, böylelikle de dünya dengesinin taşları yerine oturamayacaktır. Bundan kaçış yoktur, bundan kurtuluş mümkün değildir. İstedikleri kadar Kürt oylarını çalsınlar, istedikleri kadar Kürt oylarını kendi aralarında iç etsinler, Kürtlerin önünü kesmek için akla hayale gelmeyen oyunlar kursunlar, hinoğlu hin kanunlar çıkartsınlar. Bunlar beyhude çabalardır. Dahası, devleti Kürtlerden koruma siyaseti beyhudedir. Nede olsa bu devlet Kürtlerin de devletidir…
*
Kürtlerin önünü kesme çabalarından biri olan kayyum siyaseti de er yada geç anlamını yitirecektir, gelişen demokrasi mücadelesi karşısında hiçleşecektir, kayyumculuk oyununun her türlü anti demokratik hileleri açığa çıkacaktır, bundan kaçış yoktur. Yerelde irade gaspı, basit, yenilir yutulur gayri kanuni bir işlem değildir, temel yasalara aykırı, uluslar arası hukuku, sözleşmeleri hiçe sayan hak gaspıdır, dahası bir çeşit insanlık suçudur. Aslında kayyum politikası, dünya siyasetinin büyük mücadeleler sonucu oturtulduğu yerel dengelerin dinamitlenmesidir, bir anlamıyla “Gücüm var, yaptım…” anlayışının demokrasiye olabilecek en büyük darbesidir, adaletin dibe vurmasıdır, tahammülü mümkün olmayan bir şiddettir.
Öyle atıp tuttukları, bin bir iftiranın yaratıldığı, gerçeğin montajlandığı, hakikatin kumpaslandığı gibi değildir kayyum siyasetinin gerekçesi. Bir kaç yıl içinde anlaşıldı ki Kürtler, yerelde irade olarak gelişiyor, değişiyor, kaderini belirleme yeteneğini kazanıyor. Bundan korktular, dahası zere kadar demokratik değerlere bağlılığı olmayan egemen irade şoke uğradı, ne yapacağını bilemediği, yereldeki bu olumlu gelişmeye denk düşecek açılımı akıl edemediği, yeni bir siyaset de üretemediği için yargı ve polis marifetiyle kendilerince Türk usulü bir önlem geliştirdiler. Bu kötü politikayı, dünyada yükselen demokratik değerlerden, özellikle de Avrupa Birliği’nin temelini oluşturan değerlerden uzaklaşma, otoriterleşme, yoksullaşma pahasına tercih ettiler. Bir anlamıyla tarihin çöp sepetine terk edilmesi gereken siyasette ısrar ederek, Türkiye’yi bir bütün olarak değiştiren, geliştiren yerel demokrasisinin gücünü, kapasitesini bertaraf etmeyi tercih ettiler. Bu nedenle muazzam bir yoksullaşma, demokraside, hukukta, hakta gerileme yaşandı.
Kürtlerin ana dilleriyle resmi kurumlarda konuşmaya başlaması, kendi kentlerini idare etme yeteneğini geliştirmesi ve yerelde sermaye birikimi oluşturmaya başlaması Türkye’nin gelişmesine, katkı olduğunu, ülkeyi güç merkezi haline getireceğini düşünmek bile istemediler, canhıraş bir şekilde bu gelişmenin önünü kesmek için kırk dereden topladıkları bin bir çeşit yalanla yerel iradeyi gasp edip kayyum siyasetine sarıldılar. Üstelik bu yapılırken, bu bilenen en kötü siyaset oluşturulurken Kemal Kılıçdaroğlu’nun başında olduğu parti dahil tüm partiler yek vücut oldu Kürtlere karşı. Bugün ise hata fark edilmiş, bu kirli siyasetten vazgeçileceği hissedilmiş olacak ki memleketin en faşist, kafatasçı, yabancı düşmanı parti üzerinden Kemal Kılıçdaroğlu’nun ayaklarını kayyum prangalarına vurmak istiyorlar, bu da beyhude bir çabadır. Kürtler sandığa giderek özgür geleceğe vurulmak istenen bu faşist prangaları kıracaktır, dayatılan bu kirli siyaseti boşa çıkartacaktır…
*
İstedikleri kadar İç Anadolu’nun, Karadeniz’in, en çok da Torosların en yoksul, en çaresiz, dünyadan bihaber yaşayan, bizim de dağ Türkleri olarak bildiğimiz Türkmenleri, kapı komşularına, Kürtlere karşı kışkırtsınlar, bunamış aksakallıların deli saçması önü arkası olmayan laflarıyla akıllarını çelmeye devam etsinler, dumura uğratılmış çocuklarını bilmem ne kontrgerilla, gladio, fedai, Topal Osman’ın, Sakallı Nurettin’in, Yeşil’in askerleri, torunları aklıyla “çıplak güç” olarak mobilize etsinler, sivil savunmasız Kürtlerin üzerine salsınlar, bu işin sonu göründü bir defa, iblisin bacağı kırıldı bir defa, “cin şişeden çıktı” artık, dönüşü yok.
Ne yaparlarsa yapsınlar, kimleri yedeklerine alırlarsa alsınlar, artık Kürtleri korkutamayacaklar, umutlarını kıramayacaklar, sandık yolunda bezdiremeyecekler, oy vermekten yıldıramayacaklar, inadına sandığa giderek bitmek bilmeyen bu oyunu boşa çıkartacaktır…
*
Şimdi de Şeyh Said’in torunları, Şeyh Said’in bilmem neleri türedi, akıllarınca Kürt siyasetine yön vermeye kalkıyorlar, doğru siyasetin önünü almaya çalışıyorlar. Hayatlarında bir defa bile Şeyh Said ve arkadaşları için dua etmemiş, hayalleri uğruna bir kere bile nefes alıp vermemiş bu güruh, ciddi ciddi Kürt olmaya, Kürdün sesi olmaya heveslenmişler, “Şeyh Said’in katillerine mi oy vereceğiz…” diyerek ortalığı velveleye vermeye çalışıyorlar. Sanki var olan tüm siyasi partiler, siyasi gelenekler, tek parti döneminden kalma değillermiş, hep birlikte Şeyh Said’i ve arkadaşlarını Dağkapı meydanında asmamışlar gibi atıp tutuyorlar. Celal Bayar, Fevzi Çakmak, Adnan Menderes, Mustafa Kemal, İsmet İnönü aynı partide çalışmamışlar, görev almamışlar, birlikte karar vermemişler, iş yapmamışlar, aynı partinin üyesi, yöneticisi, lideri olmamışlar gibi hinliklerini bize yutturmaya çalışıyorlar. Türk siyaseti, en sağından, en soluna kadar tamamı bir olmuştur Şeyh Said’e karşı, Kürde karşı, dahası Kürdün fermanı üzerinde el birliği yapmıştır, böylece hep birlikte Şeyh Said’i ve arkadaşlarını asmışlardır, biz bunu biliyoruz, Kürt halkı bunu biliyor, en çok da dedeleri bu devlet tarafından dar ağacına gönderilmiş, kurşuna dizilmiş, Munzur suyuna atılmış Kemal Kılıçdaroğlu bunu biliyor. Hiç kimse, daha doğrusu görevi söylediklerinden belli hiç kimse Şeyh Said’in adını bayrak yaparak Kürtlerin dengesiyle oynayamaz, Kürtleri sandığa gitmekten alıkoyamaz, dahası Kürtlerin iktidara yürüyüşünün önüne geçemez…
Herkes sandığa…