Halk dilinde ‘Her şeyde bir hayır vardır’ derler.
Buradan hareketle; Meclis başkanı İsmail Kahraman’ın laiklik düşmanı açıklamaları, ‘Din devleti’ ne işaret etmiş olmasına bu anlamda bakmak istiyorum. Bu açıklamalara yönelik tepkileri yürekten destekliyorum. Tepkilerin daha da yoğunlaşması ve ülke çapında bir karşı çıkışa dönüşmesi, bu anlayışın engellenmesi son derece önemlidir. Tepkiler daha da yoğunlaşmalı ki, bu yönetimin ülkeyi içine çekmek istediği çatışma ve ayrışmanın önüne set konulabilsin.
Ancak, İsmail Kahraman’a kızmıyorum.
Kendi gerçek niyetini, genel anlamda ait olduğu anlayışın gerçek niyetini dile getirdiği için kendi adıma teşekkür ediyorum. Meclis Başkanının, Devleti ve ülkeyi ele geçirmek için 50 yıldır gizledikleri niyeti ortaya koymasını belki de ‘hayırlı bir iş’ olarak değerlendirmek gerekir. Bu tür niyetlerinin olduğunu görmeyen, görmek istemeyen, bu anlamda değerlendirmeler yapmayan, sadece ‘Ülkeyi iyi yönetiyorlar’ gibi iyi niyetli olmaya çaba sarf eden yurttaşların, geldiğimiz noktayı meclis başkanının yaptığı konuşma üzerinden değerlendirmesi, tavır koymasının tam da zamanıdır.
Asıl ve önemli olan da bu aşamadan sonra konulacak tavırdır.
Toplumsal mutabakatla yazılması, çizilmesi ve kabul edilmesi gereken yeni Anayasanın içinden laikliği ayıklayarak ‘Din devleti’ Anayasasına işaret eden Meclis başkanının bu görüşlerini şahsına ait olduğu yönünde hükümetten ve Cumhurbaşkanlığı katından gelen açıklamalara baktığımızda panik halinin nasıl zirve yaptığını çok net görebiliyoruz.
Bu nedenle; Meclis başkanı İsmail Kahraman’a teşekkür borçluyuz!
Oyunu mu bozdu, yoksa oyuna yardımcı mı oldu, bunu bilmemiz mümkün değil. Ancak, bunların bugüne kadar yaptıklarını, bundan sonra da yapacaklarının bir ‘oyun’ olduğunu biliyoruz.
Laik yönetim biçimini ters yüz ederek, lidere ve lider sultasına dayalı bir yönetim anlayışının topluma dayatıldığı bir süreçten geçerken, ileride başımıza geleceklerin ne olduğunu şimdiden fark etmiş bulunuyoruz. Bunu fark eden büyük çoğunluğun demokrasi direnişinin yükselmesi için verdiği/vereceği çabanın boyutları her alanda kendini hissettirdiğinde, bize Ortadoğu’nun yönetim biçimlerini dayatanların direnişini mutlaka kıracaktır.
Bu anlamda; Cumhuriyet Halk Partisine ve destekçilerine laik cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak adına büyük sorumluluk düşüyor. Demokrasiyi korumanın bireysel sorumluluğu toplumsal sorumluluğa dönüştüğünde toplumsal barışın önü açılacak, diktatörlük heveslilerinin nefes borusunu tıkayacaktır. Onların siyasal ve ekonomik rantlarının önü kesildikçe demokrasi güçlerinin birlik ve beraberlik bağı daha da güçlenecek, demokrasi ile taçlandırılmış bir Cumhuriyetin temelleri sağlamlaştırılmış olacaktır.
Mezhep ve etnik kimlik üzerinden ayrıştırmalar yaparak kaos ortamı yaratan, bunun üzerinden yönetim anlayışlarını hakim kılarak devamını sağlamak isteyenlerin önündeki büyük bariyerlerin sol-sosyal demokratlar olduğunu hissettirdikçe toplumun güven duygusu artacak, savaş yanlılarının güvenine darbe vurulacaktır.
Cumhuriyet Halk Partisinin; bütün coğrafyanın, Türkiye’nin partisi olduğunu hissettirmesinin, kurucu meclisten kaynaklı birlik ve beraberliğin adresi olduğunu göstermesinin zamanı kendini dayatıyor. Hiçbir ayırım yapmayan, mezhep ve etnik kimlikleri koruyan ve yaşatan bir yönetim anlayışı ve uygulaması savaşa değil Barış’a kapı aralar.
Türkiye halkı da zaten savaş değil, barış istiyor.
O zaman, Demokrasiyle taçlandırılmış laik Cumhuriyet diyoruz.