HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, bölgede yaşanan sokağa çıkma yasağı ve çatışmalara ilişkin, yaşananları “insan hakları sorunu” olarak değerlendirmenin yanlış olduğunu, sorunun esasının siyasi olduğunu belirtti ve ekledi: “Bu bir insan hakları sorunu değildir, bu siyasi bir sorundur. Yani Sur’da sokağa çıkma yasağı kalkınca sorun çözülmüş mü oluyor? Dikkat ederseniz bütün talepler o noktalarda yoğunlaşıyor. Oysa bu çok eksiktir. Evet, insan hakkı ihlalleri olmamalı. İşkence, katliam, cenazeye, yaralıya zulüm olmamalı. Ama bu bitince sorun çözülüyor mu? Hayır. Kürtlerin statüsü olmalı.”
Demirtaş, “Bir defa Kürtlerin ve Kürdistan’ın geleceğiyle ilgili mevzu, dünya genelinde de bir siyasi statü meselesidir. Bu, Kürdistan’ın dünya genelindeki, uluslararası toplum nezdindeki kabulüyle ilgili meseledir. Kürtlerin mutlaka şu veya bu şekilde siyasi statüsü olmalı. Bunun da ismi devlettir. Bu devletin içinin nasıl doldurulacağı ideolojik bir meseledir.
Orada işte her Kürt hareketi kendi ideolojik rengini vermek isteyecektir. Biz demokratik özerkliği, konfederal örgütlenmeyi, demokratik ulus paradigmasını savunuyoruz. Ama Kürdistan’ın diğer parçaları, gerek yaşadıkları devletlerin, gerek uluslararası ilişkilerin, bölge dengelerinin ve konjonktürün etkisiyle başka federal, kantonal, eyalete dayalı veya bağımsız yapılara da bürünebilir. Her biri aslında devlettir. Kimi bağımsızdır, kimi federaldir, kimi kantonaldır. Kürtlerin bu eksikliğini gidermesi lazım. Kast ettiğim budur. Statüsüzlük, Kürtler için iyi bir şey değil.
Bu, “İlle de tekçi ulus devlet olacak” anlamında bir ısrarla yorumlanıyor. Biz bu noktada ideolojik olarak bağımsızlık karşıtı değiliz. Kürtler İran’da, Irak’ta, Suriye’de bir şekilde, konjonktür dayatırsa, mecbur kalırlarsa veya isterlerse bağımsız devlet de kurabilirler. Ama o devletin iç yönetim sistemi kantonal, özerk, federal ve demokratik ulusa dayalı bir toplum inşasıyla olursa ancak ayakta kalabilir, kendini yaşatabilir. Bu bizim ideolojik rengimiz ve bakış açımızdır. Bu ikisi birbirine çok karıştırılıyor. Sanki “Kürtlerin statüsü, devleti olmalı” dediğinizde “Klasik ulus devleti olsun” demişsiniz gibi, “Kürtlerin ulus devleti olmasın” dediğinizde de bağımsızlık karşıtıymışsınız veya Kürt statüsüne karşıymışsınız, “Kürtler köle gibi yaşasın” demişsiniz gibi eleştiriye tabi tutuluyor. Bunlar sığ yaklaşımlardır.
Kürtlerin statüsü olmalı. Türkiye’de statü nedir? Özerk Kürdistan ve Türkiye genelinde de özerkliğe dayalı yerel yönetim reformu... Biz bunu açıkça savunuyoruz. İşte Suriye’de Kürt halkı, kendi sistemini geliştiriyor. Kantonların her biri bir devlettir aslında. Üç tane Kürt devleti var orada. İşte Federal Kürdistan bir devlettir. Kürtlerin uluslararası sistemde kabul görmüş siyasi statüye ihtiyacı var. Bunun yöntemini tek başına biz belirleyecek de değiliz. Tarih, mücadele belirler ama biz ne olursa olsun içi demokrasiyle dolsun diyoruz”.
Kürtler statü istiyor
Hükümetin yaklaşımlarıyla ilgili konuşan Demirtaş, “Bunu tarihin akışı belirler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ortaya çıkmış çözüm fırsatlarını çarçur ederse, önümüzdeki on yıllar ne tür sonuçlar doğurur bunu bugünden kestiremeyiz. Ama Kürtler Ankara’dan, özellikle de Erdoğan’dan sürekli çözüm bekleyen bir politika izlemiyorlar artık. Bugün direnişin şehirlere kadar yayılması bunu gösteriyor. Kürtler artık statü istiyor. Dediğim gibi, bunun nasıl olacağını mücadele ve dünya dengeleri belirleyecek” dedi.
Gerilim herkese zarar verir
Öz yönetim konusuna da değinen Demirtaş, “Aslında bu konu, evet, sınıfsal bir gerilimin çok erken bir aşamada, Kürdistan coğrafyasında ortaya çıkmasıdır bence. Şüphesiz sınıf gerilimi, çatışması, tartışması önemlidir. Fakat ulusal mücadele bu kadar tarihi ve kritik bir süreçten geçerken yurtsever taban içinde sınıflar arası bir gerilim ve karşı karşıya geliş, Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve mücadelesine yarayan bir durum değil. Mücadelenin yükünü yoksullar çekti, hep çekti. Emekçi, işçi, köylü sınıflar üzerinde bu mücadele yükseldi, inşa edildi ve bedeli en çok onlar ödedi. Ama Kürdistan orta sınıfı da mücadeleden, özellikle son 20 yıldır kendini hiçbir zaman dışlamadı. Orta sınıf da çok büyük bedel ödedi Kürdistan’da. Bu noktada son gelişen hamle sürecinde orta sınıfı karşı devrimci gibi bir pozisyonda görmek ve sınıf çatışmasını da bağrında taşıyacak bir mücadele seyrini yürütmek, Kürdistan’daki hamleye güç katan bir durum değil. Bunun bence tartışılması lazım. Sınıflar bu gibi dönemlerde, bir geçici uzlaşma şeklinde bir arada dururlar. Ulusal mücadelelerde hep böyle oldu, Kürdistan’a özgü bir durum da değil.
Orta sınıfı hedefleyen sert eleştiriler veya teşhir eden, rencide eden, karşıtlaştıran tutumlar yanlıştır. Bunun eleştirilmesi ve derhal düzeltilmesi lazım. Bu durum bize kazandıran bir durum değildir. Siyaseten de yanlıştır, dönemsel olarak da yanlıştır, Kürt hareketinin tarzına da uygun değildir. Bunu kim yaparsa yapsın ben doğru bulmuyorum. Bu, Kürt siyasi hareketinin sınıf karakterinden kaynaklı bir savunma da değildir. Bakın, çok büyük bir nüfus Kürdistan’da orta sınıftır. Küçük bir nüfustan söz etmiyoruz. Kürdistan’da burjuva yoktur. Yoksul, emekçi sınıflar ve orta sınıf vardır. Bunlar geçişkendir de. Dolayısıyla bunları karşı karşıya getirecek bir gerilimi tetiklemek herkese zarar verir. Buradan çıkılması lazım.
Ama bakın bu tür devrimci hamlelerde orta sınıfın karakteridir, böyle bir hamleye kendini adapte etmesi kolay olmayabilir. Burada öncünün, orta sınıfı hamlelere dahil edecek taktiği üretme, kanalı açma, yolu bulma görevi, rolü vardır. Halkı suçlayarak, orta sınıfı suçlayarak, “Sen niye bu mücadeleye katılmadın” diye karşıtlaştırmak devrimci bir tutum değildir. Yolu, yöntemi bulmak zorunda olan öncüdür. Nasıl ki emekçi, yoksul kitleyi bu direnişin öncüsü yaptın, yolunu yöntemini bulup dahil ettin, orta sınıf için de mekanizmalar, kendini mücadeleye katacağı taktikler bulmak zorundasın. Herkes barikatta, hendekte olmayabilir de... Orada olmayan düşmandır, diyemezsiniz. İnsanlar destek vermek istiyor, devrimci hamlenin öncülerinin de onlara kanal açması lazım. Mesela akademisyenler destek vermek istiyor, nasıl destek verecek? Öğrenciler, esnaflar, işverenler destek vermek istiyor ama nasıl yapacağını bilmiyor. Bunları karşıtlaştırırsan, buradan iyi bir devrimci hamle çıkmaz” diye konuştu.
Öz yönetim kabul edilmeli
Sur’da yaşanan olaylara da değinen Demirtaş, “Şimdi bakın, Sur’da veya diğer ilçelerde saldırıya karşı görkemli bir direniş var. Sur’da veya başka ilçelerde direnenlerin talebi, saldırının durması veya sokağa çıkma yasağının kalkması değil. Direnenlerin talebi, öz yönetim talebinin kabul edilmesidir. Dolayısıyla sanki orada sırf bir insan hakları ihlali yaşanıyor ve o insan hakları ihlalini durdurursak sorun çözülmüş olacak gibi bir anlayış yanlıştır. Bunun siyasal talep alanına taşınması lazım. O nedenle diğer ilçeler direnişe katılamıyor. Direnen insanlar kendilerine acınmasını filan beklemiyorlar, direnişin siyaseten sahiplenilmesini bekliyorlar. HDP de dahil, özellikle Kürdistani hareketlerden, DBP’den, DTK’dan, bunu siyasi alana taşıyacak hamleler yapılamadığı için bir kısır döngü yaşanıyor. Buradan çıkmamız lazım” diye konuştu.
Bu bir insan hakları sorunu değildir, bu siyasi bir sorundur. Yani Sur’da sokağa çıkma yasağı kalkınca sorun çözülmüş mü oluyor? Dikkat ederseniz bütün talepler o noktalarda yoğunlaşıyor. Oysa bu çok eksiktir. Evet, insan hakkı ihlalleri olmamalı. İşkence, katliam, cenazeye, yaralıya zulüm olmamalı. Ama bu bitince sorun çözülüyor mu? Hayır. Talep sanki onunla sınırlıymış gibi kalıyor, bu durumda diğer kentler ve toplumun geniş kesimleri, ortada somutlaşmış bir siyasi talep olmayınca nasıl, hangi mekanizmalarla, taktiklerle sahipleneceğini bilemiyor; iki bitişik ilçe arasında siyasi gündem açısından bir uçurum ortaya çıkıyor.
Bu, halkın suçu değil. Kobanê direnişini hatırlayın. Kayapınar ve Yenişehir, Diyarbakır’da orta sınıf ve üstünün yaşadığı iki büyük ilçedir. Kobanê direnişi oralardan başlamıştır. Burada halkın yurtseverlik duygusunda bir sıkıntı yok. Burada öncünün eksikleri, yetmezlikleri var. Halkı mücadeleye dahil etme kanalları açılamamıştır. Bu, Kürt siyaseti tarafından tartışılıyor ve önümüzdeki günlerde sorunun siyasi alana taşınması ve geniş kitlelerin sahiplenmesi için yeni taktik hamlelerin ve planlamaların yapılması da söz konusudur”.
Savaş yerine müzakere
DBP ve DTK’nın amacına ilişkin de konuşan Demirtaş, “Tabii ki. DBP de, DTK da örgütlenme, faaliyet alanları itibariyle daha çok Kürdistan’da çalışma yürütüyorlar. HDK ve HDP ise Kürdistan’ı da içine alan Türkiye siyasi coğrafyasının tamamında siyasi faaliyet yürütüyor. HDK ve HDP, ağırlıklı olarak merkezi siyaset, merkezi temsil ve Türkiye’nin batısında örgütlenmeyi önüne koymuştur; diğer yapılarımız daha çok Kürdistan’da faaliyet yürütüyor. Buradan bakıldığında bir karışıklık yok aslında. Hamle ağırlıklı olarak Kürdistan’da geliştiği için normal olarak DBP ve DTK’nın siyasi öncülüğü ve sorumluluğunda yürüyor. Fakat HDP, parti programı itibariyle Kürtler için özerkliği savunan bir parti olarak Kürdistan’da yaşanan duruma duyarsız kalmaz, kalamaz. Aynı zamanda Kürtlerin de en çok oy verdiği, desteklediği partidir. Dolayısıyla iyi bir koordinasyonla bütün bu direniş süreci örgütlenebilir ve büyütülebilir. Biz bu çatışma ve savaşın silahlı alandan çıkıp siyasi mücadele alanına evrilmesi için çaba sarf etmeliyiz. Hükümeti şiddet politikasından vazgeçirmek için çaba sarf etmeliyiz. Bugün AKP hükümeti mahallelere saldırmazsa kimse barikat da kurmaz, hendek de kazmaz. Hendekleri, barikatları ortaya çıkaran devletin şiddet politikasıdır. Siyasi mücadeleyi yükseltip hükümete geri adım attırırsak ilçelerdeki şiddet dozu da düşer, belki ortadan kalkar. Ama siyaset çözüm üretemezse, işte bu tür çatışmaların ortaya çıkması kaçınılmaz oluyor maalesef” dedi. (DİHA)