Dünya, tarih boyunca değişim ve dönüşümün sahnesi olmuştur. Teknoloji, kültür, ekonomi ve sosyal yapılar sürekli olarak evrilirken, bireylerin ve toplumların bu değişime adapte olma becerisi, ayakta kalabilmenin en önemli şartlarından biri olmuştur. Ancak “değişim karşısında direnmek veya sabit kalmak,” çoğu zaman bedel ödemeyi beraberinde getirir.
Herakleitos’un ünlü “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz” sözü, değişimin doğasını anlamak için güçlü bir mesaj verir. Hayat, tıpkı akan bir nehir gibi sürekli değişir; bu yüzden sabit kalmaya çalışmak, aslında zamanın akışına direnmek anlamına gelir. Bugün, özellikle teknoloji ve dijitalleşme baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Artık yapay zekâ, büyük veri analitiği, blockchain gibi kavramlarla yalnızca iş dünyasında değil, devlet yönetiminde de karşılaşıyoruz. Bu hız karşısında “eski yöntemlerle” devam etmekte ısrar eden devletler ve liderler, uluslararası arenada etkilerini kaybediyor ve kendi halklarının ihtiyaçlarına cevap veremez hale geliyor.
Devlet yönetiminde değişime ayak uyduramamanın sonuçlarını tarih sıkça bize göstermiştir. Feodal düzenin yerini mutlak monarşilere, ardından da anayasal demokrasilere bırakması gibi, toplumların değişen ihtiyaçları yönetime de yansımıştır. Ancak değişime direnen rejimler ve liderler, genellikle tarih sahnesinden silinmiştir. Fransız Devrimi’nin etkisini düşünelim; değişimi görmezden gelen monarşi, halkın taleplerine duyarsız kaldığı için yerini yeni bir düzene bırakmak zorunda kalmıştır. Bu noktada Niccolò Machiavelli’nin şu sözü çarpıcı bir gerçeği hatırlatır: “Yeni bir düzen kurmaktan daha zor ve tehlikeli bir şey yoktur. Çünkü eski düzenden fayda sağlayanlar değişime karşı direnir, ama yeni düzenden fayda sağlayacak olanlar yeterince güçlü değildir.”
Günümüz dünyasında da benzer bir tabloyla karşılaşıyoruz. Otoriter rejimlerin bilgiye erişimi kısıtlamaya, eleştirel düşünceyi baskılamaya çalıştığını görüyoruz. Ancak iletişim teknolojileri sayesinde bireylerin bilgiye ulaşımı artık engellenemez bir noktada. Böyle bir dünyada, özgürlükleri ve katılımcılığı baskılayan devlet yönetimlerinin uzun vadede ayakta kalması mümkün görünmüyor. Zira değişim taleplerine kulak tıkayan her yönetim, halkın desteğini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalır.
Demokrasi, değişimi kabul etme ve yönetme açısından “en esnek” sistemlerden biri olarak öne çıkar. Özgür seçimler, şeffaflık, katılım gibi kavramlar, demokrasinin değişime daha hızlı uyum sağlayabilmesine olanak tanır. Ancak demokrasi de statik bir yapı değildir; kendini yenilemezse yozlaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Abraham Lincoln’ün ünlü sözünü hatırlayalım: “Halkın, halk tarafından, halk için yönetimi.” Bu ilkenin yaşatılması, ancak sürekli bir yenilenme ve değişime açık olma iradesiyle mümkündür.
Değişim yalnızca fırsatlar değil, tehditler de içerir. Hızla değişen bir dünyada, güçlü liderlerin değişimi yanlış yönlendirmesi veya toplumu manipüle etmesi riski de vardır. Bu nedenle değişim sürecinde sorgulayıcı olmak, liderlerin vizyonunu değerlendirmek ve halk olarak bilinçli hareket etmek kritik önemdedir. Bu bağlamda Jean-Jacques Rousseau’nun şu sözleri önemlidir: “Halk, özgürlüğünü koruyabilmek için sürekli uyanık olmalıdır. Çünkü güç yozlaşmaya eğilimlidir.”
Değişen dünyada sabit kalmanın bedeli, hem bireysel hem toplumsal hem de devlet düzeyinde ağır olabilir. Başarılı bir gelecek, değişimi doğru okuyarak onu bir tehdit değil, bir fırsat olarak görebilen liderler ve toplumlar tarafından şekillendirilecektir. Çünkü değişen dünyada değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.
Yazımı aşağıdaki nerede okumuştum hatırlayamadığım beğendiğim bir sözle bitireyim.
“Hoş bir demokrasi yoktur... Demokrasi bir illüzyon, aptal çoğunluğun, akıllı azınlığın yaşam tarzını etkilemesi…”
m.nesim.sevinc@gmail.com