İnsanın tüm dünyası, daraltılmış kendisidir. Daraltılmış insan nasıl yaşar, ne düşünür ve nasıl katlanır? Doğayla derin bir bağı olan insanın, onu her yönüyle saran, bu bağdan koparır. Toplumla ilişkileri, kendisine biçtiği rol kadar olur. Korkuyla donalı iç dünyasında yaşar insan. Kendi karanlık denizinde yüzmeye başlar. Yüzlerce kez boğulur, dirilir.
Özgür yaşamdan kopmak, ölümlerden ölüm beğenmektir. Hiçbir tutsaklık, özgürlükten kopmak kadar ağır değildir. Özgürlükten kopmak tutsaklığın tutsaklığıdır. İnsanın gözlerinde sönen fer, bunun en net kanıtıdır. İnsan gözleri, incelenmeye değer, yaşam hikayeleridir. İnsan gözlerinde yaşamın derin tarihi gizlidir. Gözün dilini okuyanlar için eşsiz bir materyaldir. Sıkı sıkıya ve derince bakıldığında, o derin izleri verir gözler. Adeta film şeridi gibi yaşanılanları izletir insana. Anbean kareler yansır insandan. Tarihin en yoğunlaştırılmış arşividir gözler.
İnsan Gözleri
Bir de gizemli bir yönü vardır insan gözlerinin. Tarihin en derin mahkûmudur insan gözleri. Okumasını bilmeyen bakamaz ona. İnsan gözlerine pek bakılamaz. İnsan gözünün içine bakarak konuşabilen veya o bakışı süreklileştiren azdır.
İnsanın Gözlerinin İçine Neden Bakılmaz?
İnsanların konuşma yöntemlerinde, gözler dışında başka alanlara bakarak konuşma vardır. Gözlerin içine bakılarak yapılan konuşma çok enderdir. Bunun nedeni nedir? İnsan gözlerinin derin bir hafıza olduğunu düşünürsek, gözlere bakamamanın nedenlerini çözebiliriz. İnsan gözleri, gören bir hafızadır, Yaşanmışlığın hafızasıdır. O gözlere bakıldığında yaşananlar, yaşatılanlar görülmektedir. Gözün derinliklerinde bu izler vardır.. Bir film gibi izlemeye gerek yoktur. İzlenecek olan film, beynimizde, genetik hafızamızda zaten vardır. Gözler bu hafızayı uyandıran imgelerdir, belgelerdir, kanıtlardır. İnsan gözlerine bakamamanın sebebi budur. Gözlerimiz, gözlere dokunduğunda, bambaşka biri oluruz. Her şeyden önce aşırı heyecanlanırız, kendimizi rahat hissetmeyiz. Böyle hissettiğimizde kaçırırız gözlerimizi. Gözlerin yalan söyleyememesi bundan olsa gerek. İnsanın gözleri yaşadıklarını söyler; yaşadıklarını anlatır. Bu gözlere bakan gözler hakikati algılar, hisseder. Derinden derine bunlar uyanır içte. Uyanan bu hissiyatların tam olarak ne olduğunu bilmek önemli değildir. İnsan gözlerine bakarken tabii ki 4 bin yıllık esareti, insan esaretini, çilesini ve vahşetini görmekteyiz. Bunu görebilmemiz için bu süreçleri az çok bilmemiz gerekir. Ama bunları bilmesek de, bunların ipuçlarını hissettirir bizlere insan gözleri. En derin cinayetler bile çok küçük olduğu düşünülen ipuçları ile çözülmez mi? Bu ipucunun başlarda hiçbir anlamı yoktur. Basit gibi görünen bir kıl, bir tükürük, herhangi bir iz veya farklı ipuçları başlarda hiçbir yere varmaz. Ama bunu iyi okuyan uzmanlar, bu izlerle koskoca olayları çözerler. Bu arkeolojide de böyle değil midir? Bir taş parçası, bir odun parçası veya daha basit gibi görünen kimi materyaller uzman olmayan insanlar için hiçbir şey ifade etmezler. Bulunduğunda, bir süs eşyası olarak ya korunur ya da korunmazlar. Ama bu veriler arkeologların elinde tarihin akışını ve inceliğini göstermek kadar onları
açığı çıkaran materyallere dönüşürler.
Sırrın Çözülüşü
İnsan gözleri canlıdır, ışıltılıdır; izlerle, belgelerle doludur. İnsan gözleri, tarihin derin hazinesi olarak bizlere sunulan en güçlü materyallerdir. O gözlere ancak içsel olarak arınmış olanlar dolu dolu, hiçbir kaygı taşımadan bakabilirler. İçten ve duru bakarlar. Günahkarlar bakamazlar. Çünkü o bakışa engel olan içsel esaret vardır. Bir İnsanın, yaşamış olduğu gerçekler açığa çıkmadan, gözlere bakmak zor olur ve bunlar kendini tanımayı ve özgürlüğü engeller.