Ramazan ayını kutluyorum. İnşallah, Ramazan Bayramı da coronanın sona ereceği çifte bir bayram olur diyorum. Corona öncesi zaten bütün dünyada, kırılgan bir ekonomi vardı. Şimdi bu salgın, bunun üstüne tüy dikti! Kısa sürede bu işin sonlanacağı da yok! Peki, çıkış yolu nedir? Şeffaflık, kurumların varlığı ve bilimsel kurulların etkinliği… Şeffaflık; parti politikası değil, gerçek anlamda tünelin ucundaki ışığa yönelen bir bütüncül yaklaşımı gerektirir. Allaha şükür, bizde söz konusu bile olamaz! Bütün ülkeler, dibe batıyor! Kurumsal olarak güçlü ve şeffaf ülkeler, daha çabuk toparlanacak. “Ayağımızı yorganımıza göre uzatmak gerekir.” deriz. Corona öncesi yorgan, uzadıkça uzuyordu.( Kapitalizm ve tüketim doyumsuzluğu!) Biz de ayaklarımızı uzattıkça uzatıyorduk. Neredeyse sakatlayacaktık kendimizi diyecektim de aslında sakatladık kendimizi; ayaklarımızdan değil, kafadan! Şimdi bu corona ortamında, kasları gevşek ve uzatılmaya alışkın ayaklarımız; halen duruyor! Yorgan artık nah var ve hava da hızla soğuyor! Sıkıysa uzatın bu kutup soğuklarında o coronalı, beş para etmez, pis ayaklarınızı! (Açgözlüleri kastediyorum.)
Politikacılar; doğanın da, insanın da dengesini bozdu. Çıkış; şeffaflık, kurumlar ve bilimle olacak!
KIŞKIRTAN ANILAR: Yanarlığımızı arıyorum sokaklarında Diyarbekir’imin/ Karpuzu kırmızılığında yüreğim/ Beğenisiyle biçimlenmiş yürüyüşümle/../Her yer beyaza tutmuş/ Anılar görkemli/ Ezici/ Kışkırtıcı/ Âşkınlığımı nasıl anlatsam/ Bu donaduran havada/ Parmaklarımı dudaklarıma dokunduramıyorum!/../Seni aramakla geçecek ömrüm!/ Yağan yılların küllendiremediği göz ağrımsın!/ (1981) Aydın ALP-YÜREĞİNİZİN KAPILARINI KIRACAĞIM (J&J Yayınları-Eylül 2019)
“Mardinkapı, Ayneminare semtinde sevgiyle kuşatılmış bir çocuktum. Üç tekerlekli bisikletim vardı. Çok hareketliydim. Annem, babam, abim ve iki ablam; beni el üstünde tutuyorlardı. Bir de çocuğu olmayan komşu kadının, o büyük sevgisini unutmuyorum. Beni korkutan bir grup da vardı. Ayneminare’den, bayramlarda ahşap salıncakların kurulduğu Kilise Meydanı’na çıkan o daracık sokağın başındaki çocuk çetesi, oradan kuş uçurtmuyordu. Birkaç kez tartaklandım. Bir kez de beni, babamın bakkalına ait ve caminin köşesine bırakılmış boş meşrubat sandığına kapadılar. Neredeyse boğuluyordum. Birilerinin, bağırışlarıma koşup kapağı açmasıyla çıkabilmiştim. Hiç unutmuyorum; hemen sonrası ucu sivriltilmiş kurşun kalemimi, çete başının karnına saplamıştım! Tek başına bütün çeteye saldırıyordum! Çil yavrusu gibi dağılmışlardı! Kalemi kullanmayı ben böyle öğrendim! Ardından olur olmaz her anda hep o dar sokaktan Kilise Meydanı’na çıkıyordum. Ülkeler fethetmiş bir fatih edasıyla geçiyordum o sokaktan! Kuş uçurtmayan çocuklar, sırra kadem basmışlardı! Ben olduğum zamanlarda onlar yoktu! Hayatım boyunca ben hep böyle korktuğum şeylerin üzerine yürüdüm./…/ Ayneminare’de, o küçük alanının bir köşesinde fırın, bir köşesinde babamın bakkalı, karşıda da cami vardı. O küçük alanda bazen develer konaklardı. Sakin sakin geviş getirirlerdi. Ta ki abimin arkadaşı Ore, çıkıncaya kadar. Ore de Ayneminare’nin bitirimiydi; Bağlar’ın Pîjahmo’su gibi. Ore, kervanbaşı olan devenin karşısına geçer, pis pis, cıgara içerdi. Deve, Ore’yi görür görmez huysuzlanırdı. Ore, cıgarayı devenin yüzüne üfledikçe deve huzursuzlanır ve garip sesler çıkarmaya başlardı. Millet, damlardan izlerdi. Herkes bu işin sonu ne olacak bilirdi. Birden deve yerden kalkar; zurnacının, Pijahmo’nun peşine verdiği gibi, Ore’nin peşine düşerdi! O daracık sokaklarda, amansız bir kovalamaca başlardı. Devenin Ore’yi kovaladığı sokaklarda, habersiz garibanlar gürültüye giderdi! Bir gün de ben çok küçükken, evden çıkmış, sokakta tek başıma, o güzel kadının evine giderken, saman yüklü eşeklere rast gelmişim ve çok korkmuşum. Bunu bana ha bire anlattırırlardı. Kürtçe ve o çocuk ağzıyla ben her ‘Era aye hat mın nava mın etiya’ ‘Kerê kâyê hat min, nava min qetiya’ (“Saman yüklü eşekler bana doğru geldi, benim ödüm patladı.’’ cümlesini, bazı harfleri yutarak çocukça deyişim) üzerine kahkahadan kırılırlardı. Bağlar’a gelmeden hemen önce evimizi sattık. Kısa süreliğine kiracısı olduğumuz, geniş bahçeli evin sahibi; dövüş horozu beslerdi. Kocaman bir horozdu. Heybetliydi ve yerden bayağı yüksekti. Sahibi tapardı ona. Horozun başı ağrısa anlardı! Horoza aspirin verdiğini görürdük. Başka şeyler de verirdi; ama neydi, bilmiyorduk! Müthiş bir dövüş horozuydu. Art arda on bir dövüş horozunu kaçırttığı söyleniyordu. Sahibine çok da paralar kazandırıyordu. Bahçeden tuvalete geçmek için bir nevi silahlanırdık: süpürgeler, sırıklar… Horozu kendimizden uzak tutmak için ne bulursak alırdık. Çok belalıydı. Benim ben diyen, horozu hesaba katmadan geçemezdi oradan. Bir gün ablalar bize gelmişti. Atiye ablam, Yada Zero ve yeğenim Sılêman… Bahçede oynuyorduk. Dövüş horozu bahçenin ta diplerindeydi. Yeğenimi, o tarafa doğru giderken uyarmıştım. Oraya sakın gitme! Şaşırmıştı. – Niye, ne var? – Horoz orada! Benim uyarım, yeğenimin kafasına yatmamış olmalı ki hızla horozun olduğu yere seğirtti. Onu uyarışım, ona mantıklı gelmemişti. Ardından ‘Dur, dur! ’ dediğim halde Sılêman, bir çırpıda horozun yanına vardı. Horozun sırtı dönüktü. Bahçede toprağı eşeliyor, bir şeyler gagalıyordu. Yeğenim, horoza bir tekme attı. Horoz çıldırmıştı! Birinin böyle gelip ona pervasızca tekmeler atabileceğine inanamıyordu! Zaten bela arıyordu, kurban da kendi ayağıyla gelmişti! Yeleleri aslan yeleleri gibi kabardı! İbiği, kan gibi kıpkırmızı olmuştu! Horozun birden çelikleştiğini görmesiyle yeğenimin, çığlık atıp gerisin geriye kaçması bir oldu! Fakat artık çok geçti. Horoz bir vaşak gibi sıçradı! Yeğenimi arkadan dimdiğiyle (gagasıyla) yakalamıştı! Yeğenimin çığlıklarına annem, ablam ve yeğenimin ninesi Yada Zero fırlayıp gelmişlerdi. Ama horozu yeğenimden koparamıyorlardı! Kadınlar feryat figan ‘law law kurê me kuşt’ (vah vah vah çocuğumuzu öldürdü) diyorlardı. Sılêman’ı, horozun ‘ellerinden’ zor aldılar! Yeğenim bir daha da o eve gelmedi! Abimin arkadaşı Ore’nin, Ramazan ayında, müezzinin yerine minareye çıkıp vaktinden önce ezan okuması… Biz Ayneminare’dekiler de oturup yemeklerimizi yemiştik. Sonra da müezzin çıkıp ezan okumuştu. Herkes şok olmuştu! Günlerce konuşulmuştu ve espri konusu olmuştu. Birçok kişi, süre zaten uzun; keşke Ore, her akşam çıksa da ezanı böyle erken okusa, diyordu.” BAĞLAR GÜNEŞİ ÇOCUKLARI-PİJAHMO (J&J Yayınları-3.Baskı Mart 2018)
AŞK HANGİ RÜZGÂRLARDA: “surlar mabedimizdir” diyor mahmut abi/ ben şarkılarını da öyle bildim/ değil mi ki ayneminareli bir çocuk/ ölür de vazgeçmez değerlerinden/ çocukluğum/ sonsuz, mavi ve gözüpek/ yağlı kırbaçlı faytonlarıyla koşuyor içimde/ damları yaban çiçekli evleri unutmadım/ siz saçlarım neyi andırıyor sanıyordunuz/ ‘fırat kenarında yüzen kayıklar’/ şimdi nerelerde süzülür kalbim/ aşk hangi rüzgârlarda/ bir yıldız yağmuru böyle çok gecelerde/ biz büyüdük artık, ölümse ölüm/ itler köpekler düştü peşimize/ah, çak güzelim şiir, bu insani karanlığa/ bildik geceler değil bu/ ay’ı da var yıldızları da/ ama öylesine zifiri/ kendini güneş tutana/yüreğim bulut yumuşaklığında ve gerekirse Vandal/ kıyamıyorsun insancıklara ve kahır ve hüzün/ böylece düşüyor payına/“fırat kenarında yüzen kayıklar”/ şimdi nerelerde süzülür kalbim/ aşk hangi rüzgârlarda/ Aydın ALP –YÜREĞİM ÜLKEM GİBİ-(CEM YAYINEVİ-1993)
RUHLAR MAHŞERİ (Toplu Şiirler)-J&J YAYINLARI-2015
Ramazan ayı sonrasında, Ramazan Bayramı’nda, coronasız bir çifte bayram kutlamak dileğiyle sevgiler, saygılar, sağlıcakla…