Hani şehre her gelene “suriçi de suriçi” deyip duruyoruz ya!
Sormak gerek mevcut halin gidişatından memnun musunuz?
Vazgeçtik dört yıldır dümdüz edilmiş “yasaklı” mahallelerin ne olacağından. (Tabii ki vazgeçmedik de! “Vazgeçmeyi” elde olana odaklanma anlamında kullandım bilinsin).
Suriçi kaldırımlarının seyyar satıcılarca işgalini bir yana bırakın! Asıl büyük işgal; görüntü ve gürültü kirliliğini işyeri-mekân-dükkan sahipleri yaratıyor.
Hemen Dağkapı meydanından suriçine doğru adımınızı attınız diyelim.
Sağda koca işyerine rağmen kaldırımda çekirdek ve badem şekeri imalatı makinasını döndüren “sürgücü kuruyemiş”çisinin gırtlaklarını yırtarcasına bağıran ve ellerinde küçük kağıt bardaklardaki kahve ve badem şekerleri ile çığırtkanları kaldırımı işgal etmiş vaziyetteler.
Ordan kaçıp sol yakadaki kaldırıma geçtiniz diyelim. Bu kez hemen sokağın içindeki üç katlı yeri yetmezmiş gibi sokağa banklarını atan ve sokağın başına iki çığırtkanını dikmiş “biri, biri, birinnnnn” diye bağıran ciğerci Remzi var.
Yirmi adım sonra bu kez yine elinde kahve dolu bardaklar ve tepsisiyle kaldırımdan her yürüyene “kimkim kuruyemiş” ben buradayım diyen satıcıları var.
Geldik mi suriçi Dörtyol’a. Suriçinin dört yöne akan ana kavşağı tam işgal altında. Batı yönüne akan caddenin önü taksi durağının elinde. Tam kavşakta şalgamcı. Mevsimine göre ceviz, badem, nar satıcısı. Diğer köşede ise her daim en az üç seyyar sebzeci arabası.
Yine bir yirmi adım atın Gazi caddesi üzerinde hemen solda“Harput dibek kahve”cisi müzik sesini sonuna kadar açmış satıcının elinde kahve tepsisi sizi iknaya çalışıyor.
Çarşı karakoluna kadar ardınızda kalan iki sokağın girişi de seyyar arabalarda ciğer ve balık pişirip satanlarca üstelik sokağın girişine banklar atılarak işgal edilmiş durumda.
Geldik mi Ulucami meydanına!
Camii’nin Kuzey kapısına açılan kapının sokağına girebilene kocaman alkış. Sokaktaki yıkılmış iki eski Diyarbakır evinin yeri arsaya dönüştürülmüş İki otoparka giriş çıkış yapan araçlardan yol bulup da geçebilmek, hele hafta sonları büyük cambazlık gerektiriyor.
Tarihi Hasanpaşa hanının girişi çiğköfteci ve kahvecilerin baskın gücü altında, bir yandan bağırıyor, bir yandan size ellerindeki küçük kahve bardaklarını almanızda ısrarda sınır tanımıyorlar.
Hadi oraları geçip de balıkçılarbaşına vardınız diyelim. Asıl hengameyi orda görün. Sol yakada yanyana dizili beş çerezci-kuruyemişçi-baharatçı biri diğerine baskın çıkmak için ha bire kaldırımda bağırıyor.
Bunca hır gürden sonra soluk alabilecek, bir şeyler içebilecek, ya da iki lokma yiyebilmek için bir mekâna girme takati kalmışsa sizde, ödülü hak ettiniz demektir.
Ben şahsen Alipaşa mahallesinde doğmuş, Hasırlı mahallesinde büyümüş bir Diyarbakırlı olarak buna benzer görüntüleri sadece iki bayramın (Ramazan, Kurban) öncesindeki üç günlerde görürdüm. Halk da bir anlamda belediyenin izniyle sağlanan bu fiili işgal iznine sesini çıkarmazdı.
Ama bu durum şimdilerde yılın her günü adeta meşru hak ve hâl gibi kurumsallaştı.
Çok mu zor işyeri sahiplerinin ya da kiracılarının kendilerine ait mekânların tapuda gösterilen metrekaresine çekilmeleri! Zor değil tabi! Kolay aksine, yeter ki niyet olsun.
Ha, diyelim ki söz ve karar mercileri olarak şehir böyle olsun diyenlerdensiniz. Biz böyle bir şehirde yaşamaktan mutlu, mesut, müreffehiz diyorsunuz.
Eyvallah diyecek sözüm yok o vakit. Kader utansın...
Şeyhmus Diken