Cezasızlık ve Tahir Elçi

Aziz Aydınalp
Cezasızlık tanımını ilk defa dönemin Diyarbakır Baro Başkanı Tahir ELÇİ’den duymuştum.

Bir TV konuşması sonrasında önce gözaltına alınmış bir müddet sonra da basın toplantısı yaptığı ve ‘çatışma istemiyoruz’ diyerek açıklama yaptığı Diyarbakır’ın tarihi Dört Ayaklı Minarenin ayakları dibinde alenen, savunmasız bir şekilde alçakça vurularak katledilmişti.

“1999 yılında; 20 bin kişinin öldüğü Yalova depremi müteahhiti Veli GÖÇER görülmüş ve 7,5 yıl hapis cezası ile cezasızlığın bir örneği olarak kayıtlara geçmişti.

2014 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nde en çok can kaybı ile 301 madencinin ölümüyle sonuçlanan Soma Maden faciasında göstermelik bir iki görevli dışında bir başka Cezasızlık örneği olarak kayıtlarda yerini almıştı.

Sivas Madımak Oteli’nde diri diri yakılarak öldürülenlerle ilgili zaman aşımı da bir Cezasızlık örneği değil miydi?”

Diye soruyordu Tahir ELÇİ Vakfı’nın ‘Cezasızlık ve insan Hakları Paneline konuşmacı olarak katılan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av.R. Erinç SAĞKAN.

Başkan yakın tarihlerden fail yâda failleri bulunamamış, ‘zaman aşımından yararlandırılmış’ davalardan örnekler veriyordu.

Zaman aşımına uğramak yerine bilerek ‘zaman aşımından yararlandırılmış’ yazdım.

Hukuk’ta şüpheden sanık yararlanır derler, deliller açık,ayan beyan değilse sanık lehine yorumlanır anlamındadır.

Ben de bu hukuki kuralı ironik bir şekilde yorumlayarak,adalet dağıtılamayan, birbirini kovalayarak zaman mefhumuna yenilen duruşmalar için, zaman aşımına uğramış değil zaman aşımından yararlandırılma kavramının daha uygun olduğunu düşünüyorum.

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av.Erinç SAĞKAN’ın panelde kendine ayırılan süreyi aşmamak için Sabahattin ALİ’nin katledilişinden başlatabileceği listeyi 1999’dan bu yana örneklediği, sonu cezasızlıkla sonuçlanan bütün ‘insan hakları ihlallerinde’ zaman aşımı hep ama hep mağdurlar aleyhine olmuştur.

O nedenle zaman aşımından yararlandırılmış tanımını kullandım.

Katledildiği 28 Kasım 2015 yılından bu yana Dört Ayaklı Minare altında 8. si düzenlenen anma toplantısına katıldığımda,doğrusu Tahir ELÇİ’nin dillendirdiği ‘Cezasızlık’ kavramının yeterince irdelenmediğini düşünüyordum.

Öğleden sonra katıldığım panelde ise konuşmacıları dinledikçe yanıldığımı anladım!

Hele panelde konuşmacı olan Diyarbakır Baro Başkanı Av.Nahit EREN’in daha genç bir avukat iken yaşadığı bir olayı anlatması ilginçti.

Kulp İlçesinde bir toplu faili meçhulle ilgili bilgi almaya gittiği İlçe Kaymakamlığında ki görüşmesi ve dönüş yolunda yaşadığı tedirginliği, bölgede yaşayan bizler için bildik şeylerdi.

Ancak 2007 yılında yaşadığı ve o günden beri devam eden dava ile ilgili az önce telefonuna gelen, paylaştığı mesajı panel izleyicilerinin yüzlerinde buruk bir gülümseme yaşattı.

Aldığı mesajda dava zaman aşımı nedeniyle düşmüştü.

An itibariyle cezasızlık uygulamasının bu en son örneği Tahir ELÇİ’nin görülecek davasının öncesinde trajikomik bile değildi.

Moderatör Av.Orhan Kemal CENGİZ’in Ernes FRANKEL’den alıntıladığı

-Norm Devlet,

-Tedbir Devlet kavramları ve uygulamaları ile birbirleriyle ilişkileri ayrı bir yazı konusu olarak ele alınmalı diye düşünüyorum.

Dört Ayaklı Minare’nin ayakları altında düzenlenen törende konuşmacıları dinlerken; aklımda herkesin, her kesimin maalesef kendi acılarını yaşadığını, oysa acıların ortaklaşabileceğini ve bunun bir mücadele biçimi olması gerektiğini düşünüyorum.

Acıların ortaklaşmasıyla dayanışmanın güçleneceğini, hep karanlıkta kalan kötülerin işlerinin zorlaşabileceğini umuyorum.

Bir kent düşünün ülkenin en büyük, en kalabalık kentlerinden biri olsun!

Bir kent düşünün vatandaşlarının büyük çoğunluğu Kürt olmasına rağmen uygulamaları ile halkın büyük sevgisini kazanmış Devletin Diyarbakır Emniyet Müdürü bir suikastla katledilmiş olsun!

2 Ekim 2001’de bu kentin asayişinden sorumlu Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar OKAN öldürüldüğünde 49 yaşındaydı.

28 Kasım 2015’de bu kentin hukukun işleyişinde kamuyu en üst düzeyde temsil eden Diyarbakır Baro Başkanı Tahir ELÇİ öldürüldüğünde tesadüfe bakın o da 49 yaşındaydı.

Tesadüf elbette, ama tek benzerlik bu mu?

İkisi de hizmet insanıydı,

İkisi de bu kent halkınca çok sevildi.

İkisinin ölümü de kentti derinden üzdü.

İkisi de menfur planlı cinayetlere kurban gitti.

İkisinin de cinayeti aydınlatılamadı.

Birine ‘şehitler ölmez’,

Diğerine ‘Şehit na mirın’ dendi!

Sizce de hepsi bu değil mi?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.