CEJNA ZİMANE KURDİ PİROZ BE!

Mümin Ağcakaya

Kürt Dil Bayramı çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Kürtçenin çok zengin bir yapıya sahip olduğu bilinmektedir. Çok önceki tarihlerde Ahmedi Xani, Faqiye Teyran, Melaye Ciziri gibi edebiyatçılar önemli eserler ortaya çıkarmışlardır.

Kürtçenin ana dil bayramı olarak kutlanması; 15 Mayıs 1932’de Celadet Ali Bedirxan Latin harfleriyle ‘Hawar’ dergisini çıkarıyor. Kürtçe için önemli bir başlangıç olarak görülüyor. Bu tarih, Kürtçe ana dil bayramı olarak kabul görüyor.

Dil ve ulus bir bütünün iki parçası gibidir. Dil ancak ulusla var olmaktadır. Yani adeta onun kimlik belgesidir. Toplumun yaşam biçimine, kültürel değerlerine göre şekillenen dil, toplumu geçmişten geleceğe taşıyan önemli işlev görüyor. Dil bireyde millet bilinci ve nesiller arasında da kopmaz bağlar oluşturuyor.

Ana dil sadece evde öğretilen bir iletişim ve kendini ifade etmenin ötesinde bir halkın var oluş nedeni ve kimliği oluyor. Yani halklar dilleriyle var oluyorlar. Dilleriyle özdeşleşiyorlar. Tarihsel süreç içinde halkın yaratım sürecine göre de zenginleşiyorlar. Bu zenginleşme sürecine halkın kültürü, sanatı, edebiyatı, müziği önemli katkılar sunuyor.

Birçok halk tarihsel süreç içinde nasıl yok oluşa doğru gitmişse birçok dil de onlarla birlikte günümüze ulaşamayarak, tarihin yitik diller kategorisinde yer almıştır. Latin Amerika’da yaşamış olan İnka, Astek, Maya halkı nasıl yok edilmişse; onlarla birlikte kültür ve dilleri de yok edilmiştir. Yine aynı şekilde Ortadoğu’da da Asurlar, Keldaniler, Süryaniler gibi bazı haklar ve diller de ya yok olmuş ya da yok olmayla karşı karşıyadırlar.

Bilindiği gibi tarihsel süreç içinde dil; o halkın yaşadığı coğrafya üzerinde şekillendi. Dil sadece bir iletişim aracı olmanın da ötesinde bireyin, ütopyasını da ifade etmede önemli bir işlev üslendi.

Zamanla, dil bir ulusu ifade eden en önemli özelliklerden biri haline geldi. Halkla özdeşleşmiş bir kavrama dönüştü. Dil o halkın kimliği oldu. Halklar dünyada dilleriyle tanınır oldu. Dil aynı zamanda yaşam hakkı kadar kutsallık içeren bir öğe haline geldi.

Dünya değişiyor. Dolayısıyla algılar da buna bağlı olarak kendini yeniliyor. 18. Ve 19. yy.ın tek ulus tek devlet anlayışları yerini; çok dilli, çok kültürlü bir anlayışa yerini bıraktı. Ulusların arasına çizilen geçit vermez sınırların, gümrük duvarlarının günümüzde artık bir anlamı kalmadı. Renklilik ve çokluk bir zenginlik olarak algılanıyor. Bu demokrasinin de gelişmesi ve kurumlaşmasının ölçütü oluyor. Dil, etnik, kültür vb. farklılıklarından dolayı ötekileştirmeyen anlayış ülkeleri ve halkları hem zenginleştiriyor, hem de büyütüyor.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.