Sevgili Okurlarım bugün sizlere gerçek hayattan seçilmiş bir öyküyü anlatmaya çalışacağım. Kelimeleri yürekten söylerken anlamlarını hiç düşündünüz mü ?
Anlayamıyorum;
Canım kelimesi neden böyle pelesenk gibi dillerde dolaşır oldu.
Oysa bu kelime, insanın ruhunu, içtenliğini, sevgisini, gönülden söylenmiş ruh halini yansıtır. Canım dediğimizde, ruhumuzu ve bedenimizi al senin olsun, demek isteriz.
Haydi, ruhumu ve bedenimi al senin olsun. Ruhumu çok çeşitli yüreklerde görürsün.
Ekmek almaya giderken kör bir gaz kapsülüne kurban olan Berkin’in ruhu olurum belki.
Dile kolay otuz dört can alan Roboski’deki yaşları yirmi beşi geçmeyen daha damatlığını giymeden ölen Bahtsız Murat'ın ruhunda canlanırım ansızın.
Korunmasız, her halinde tecavüze kurban giden N.Ç. olurum belki de.
Darmadağın, yetim olan küçük bebelerin baba özlemiyle, her geçen gün ruhumu sular, engin denizlere demir atarım.
Dağılırım dört bir yana çaresiz yüreklerde. Ruhum hep korunmasız ve çaresizlik içinde bir buhran geçiriyordur nasılsa...
Beden ve yürekler özlem çekerken karşıki dağı geçmek isteriz. Belki hep umutlarımızda o dağın arkasında var olan yeni ülkelerdeki güzellikleri görmek olacaktır.
Oysa bilmez miyiz her batan güneşin ardında sisli bir perde vardır. Güneş doğudan doğuyorsa savurmaz mı bizi sinsice? Nüksetmez mi ciğerlerimizdeki kara balgamlar?
Acıyı yürekte hissettirmez mi soluklarımız?
Hep acımı yüreklerde gelişecek, sevilmeyecek miyiz, sevmeyecek miyiz, sevinçlerimizi yaşarken coşmayacak mıyız?
Okulunu bitiren öğrencinin kep atışını bizde alkışlamayacak mıyız?
Yine canım kelimesine dönelim sessizce…
Usul usul söylenen bir canımla karşımızdaki yüreklere neler yağmaz ki. Belki de Ferhat’ın dağları deldiği gibi Şirin'ine ulaşmak isteyecek. Korkmayacak hiç bir baskıdan, savrulmayacak başarısızlıklardan.
Ey gafil insanlar! diye sesleneceğiz belki de. Ne diye şu canım kelimesini hakedenlere değil de gelişi güzel herkese kullanıyorsunuz diye hesap soracağız.
Uslan deli gönül uslan hak edene sevdanı ver. Yalansız ve katıksız "Canım" söylediğinde yüreğinin en derin sevgisiyle seslen canına, cananına, kanından da öte olan sevdiğine.
Belki de ekmek almaya giden Berkin 'in annesi her oğluna seslendiğinde “oğul canımdan da ötesin” diyecek.
Roboski’de vurulan Murat ölmeyecek. Giyecek damatlığını, at sırtında gidip gelini baba evinden alacak. Testiler kırılacak kapı eşiklerinde. Davullar zurnalar çalacak düğün evlerinde. Anası, oğlu damat, kendisi kaynana oldu diye böbürlenecek, sevinecekler komşular hayırlı olsun dediğinde.
Öyle bir yürek ki N.Ç.ler tecavüze uğramayacak artık. Okula gidecek genç kızlar, okuyup emek ve güçleriyle kendi benliklerini kazanıp, iradeleriyle, yüreklerinin en derinliklerinden gelen sevgiyle canım diye sarılacaklar sevdiklerine.
Ana karnında sahipsiz kalmayacak yetim bebeler. Doğacak her yeni günün ardından doğudan güneş. Isıtacak soğuk kalmış yürekleri kocaman bir "canım " kelimesiyle...
Sabah genç anne adayı acılarla uyanmıştı. Karnında öyle bir ağrı hissediyordu ki kasıklarına doğru çekiliyordu her saniyede. Oysa biliyordu, daha doğumuna çok vardı. Hemen eşini uyandırdı. Anlamıştı hamileliğinde ters giden bir şeyler oluyordu.
Eşine ağlayarak, acıdan kıvranarak kendisini hemen hastaneye götürmesini istiyordu. Evet, günlerce aylarca karnında büyüttüğü, daha yüzünü bile göremediği bebeğine bir şeyler oluyordu.
Bir yandan hıçkırıkları odanın etrafını sararken, bir yandan içten içe Allah'a yalvarıyordu.
Rabbim çektiğim acıları sonlandır ama ne olursun yavrumu kucağıma vermeyi bana nasip et, diyordu.
Eşi de farketti ters giden bir şeyler vardı. Hemen acil durumlar için doktorun verdiği cep telefonu numarasını arıyordu. Sonunda numarayı o heyecan ve telaşla buldu, hemen aradı.
Adeta yalvarır gibi yardım diliyordu. Ne yapacaklarını soruyordu.
Ahizedeki ses bir an evvel hastaneye yetiştirmesini, birazdan kendisinin de orada olacağını söylüyordu.
Evet ;
Kalktı, her saniye onlar için değerliydi biliyordu. En kısa zamanda eşini hastaneye yetiştirdi. Devamlı kontrole götürdüğü kadın doğum uzmanı doktorları da gelmişti. Hemen ameliyathaneye alındı.
Eşinin bağırma ağlama sesi ta kulaklarında yankılanıyordu. Kendi içinden de habire bildiği tüm duaları okuyordu.
Belki saatin yelkovanı bir saat geçmiş olabilirdi fakat ona bir saat değilde sanki geçen zaman bir asır gibi gelmişti.
Doktorun dışarıya çıkmasıyla, bebeği kurtaramadık ama annenin sağlığı daha önemli deyişinde dizlerinin tüm bağları çözülmüştü.
Oysa o bebek.
Yıllarca çocukları olmamış ve tüm maddi güçlerini kullanarak yapılan tedavilerle eşi hamile kalmıştı. Hatta son maddi sıkışıklıklarında bankadan kredi çekmiş biraz rahatlar gibi olmuşlardı.
Şimdi olacak şey miydi bu?
O anne karnındaki çocuğu doğmalıydı, dünyaya gözünü açmalıydı. Çünkü bu çocuk onların mutluluk kaynağı olacak evlerini neşeye boğacaktı biliyorlardı.
Habire içinden söyleniyordu,” Ah zalim felek! Neden, sokakta binlerce çocuk var, ana babaları onları doğurmuş ama bakamadan sokağa salmış. Neden biz bu kadar istiyoruz da güzel Allah'ım bize layık görmüyor diye.
Artık kendini kaybetmiş, eşinin ameliyathanede ölümle kalım arasındaki ince sızıyı fark etmeden içten içe kendini bırakmıştı.
Aradan dakikaların nasıl geçtiğini fark etmeden hemşirelerin telaşla ameliyathaneden çıktığını fark etti. Yine ters giden bir şeyler vardı.
Neler oluyordu içerde?
Birden o çok uzun dakikaların nasıl geçtiğini anlamadan doktorun, “Eşinizi de kurtaramadık, başınız sağolsun” deyişini hayal meyal duydu.
Artık kopmuştu, dar geliyordu yer, mekân, hastane odaları ona.
Oysa ;
Sabah bu hastaneye gelirken ne ümitlerle gelmişti. Evet, eşine bir kaç ilaç verilecek, belki de bir serum takılacak ve iyileşip evine dönecekti. Öyle düşünmüştü.
Şimdi doğmamış daha yüzünü görmediği bebeklerine üzülürken üstüne bir de eşini kaybetmişti.
Olmazdı, bu ona yapılamazdı.
Varsın çocukları olmasındı ama eşini kanından, canından daha çok seviyordu. Eşi onun dert ortağı, belki evveli değilse bile ahiri olmuştu.
Birden hıçkırarak ağlamaya başladı.
Oysa ne de çok severdi, “Canım” derken eşine.
Daha ilk aşklarının başından beri ona bu kelimeyle hitap etmişti "CANIMSIN" ...