Ahmed Hamdi Tanpınar, Bursa’da Hüznün bir dizesinde; “Bir rüyadan arta kalmanın hüznü” vurgusunu yapar. Bu vurgu bir anlamda geçmişle bugünün hüzünkâr ruh haline işarettir aslında.
Geçtiğimiz hafta sonu 24-25 Mart günleri bu yıl 16. kez okurlara merhaba eden Bursa TÜYAP kitap fuarının konuğuydum. Son birkaç yıldır hayli sayıda çağrı aldığım şehirle bir söyleşi ve imza çerçevesinde buluşmanın vaktiydi sanki.
Yağmurlu bir öğlen vakti vardık Bursa’ya, kısa bir şehir turundan sonra Fuar alanına geçtik. Ben ve üstat Mıgırdiç Margosyan “Bir şehri düşünmek, konuşmak ve yazmak” ekseninde okurlarla hasbıhal etmek istencindeydik.
Söyleşiden önce iki saat, bir saatlik söyleşiden sonra da iki saat olmak üzere yoğun ilgiyle kitap imzaladık. Fuarın son günü de bir önceki gün yetişemeyenlerle buluşup bir daha üç saat imza.
Kitap fuarlarına gittiğimde imzadan, söyleşiden önce şöyle bir stantları dolaşır, tanıdık yayınevlerine uğrar ayak üzeri muhabbet eder yeni çıkan kitaplara bakarım. Bursa’da da aynısını yaptım.
Ağız birlik etmişçesine görüştüğüm yayınevleri okurun kitaba ilgisizliğinden yana dertliydiler. Adeta “niye geldik ki” der gibiydiler.
Şaşırmıştım!
Halbuki Bursa’nın sesi, kültüre-sanata dair sesi / sesleri uzaktan hayli gür duyuluyordu.
Bursa’da “Mübadele” ve “Fotoğraf” Müzelerinden sonra “Edebiyat Müzesi”nin açıldığını basından okumuş, şair yazar arkadaşım Güney Özkılınç’tan müzenin hikâyesini dinlemiştim.
Yayınevlerinin fuara dair yakınmalarına rağmen; bizim imzamız çok iyi geçmiş, söyleşimiz’de de salon dolmuş, söyleşi sonuna kadar da ilgi eksilmemişti. Doğrusu bu ilgi biz yazarlar için göstergeydi. Daha ne olsundu ki!
Bütün bu gelişli-gidişli ruh haliyle Mudanya feribot (deniz otobüsü) iskelesinde İstanbul’a ordan da memlekete doğru dönüş yoluna revan olmadan önceki son saatte sahile vuran dalgaları seyrederken çıplak gerçeğin daha net ayrımına vardığımı fark ettim.
Hikâyenin bir yerinde boşluklar vardı tabii ki!
Tanpınar’ın dizesindeki; “bir rüyadan arta kalmanın hüznü”.
Şehrin yerlileri diyebileceğimiz belki de “asli unsurları” karede yoktu. Şehre sonradan gelenler, şehrin yeni hemşehrileri en fazla otuz yıl evvel gelip yerleşen bizim (ben ve margosyan) eski hemşehrilerimiz yoğun ilgi göstermişlerdi bize.
Sayıları bir kaçı geçmeyen Bursalı okur dostlarımız hariç tabi.
Bu çıplak bir gerçeklikti. Evet gitmiştik Bursa’ya. Bursa 16. TÜYAP kitap fuarına. Söyleşmiştik ve bir sürü de kitap imzalamıştık. İmza ve söyleşimizin yoğun ilgi görmesi bahtiyar etmişti bizleri!
Ama şehrimizden yüzlerce kilometre uzakta sanki “kendimize” konuşmuş, imza atmıştık. “Bir rüyadan arta kalmamın hüznü”nü yaşar gibi!
Bursa Edebiyat Müzesinde hak ettiği yeri almış olan büyük usta edebiyatçı Yaşar Kemal’in kitabındaki “o iyi insanlar, o güzel atlara bindiler ve sonra çekip gittiler” sözünün arka planı çok önemlidir.
Çok evvelinden bir İstanbul beyefendisinin yolu gençliğinde Urfa’ya düşer. İzzet, ikramla karşılaşır ve çok mutlu olur. Güzel atlar görür, vurulur güzelliklerine. Bu ruh haliyle ayrılır şehirden. Hayli yaşlanır ve “ölmeden bir daha dünya gözüyle o şehri; insanları, atları bir daha göreyim” der.
Gider şehre; selam verir, selamını alan olmaz! Şehrin dışına çıkar, gözü atları arar! Kaburgaları sayılan yılkıya terk edilmiş atları görür. Bir duvarın dibinde güneşlenen birine dokunup önceki geldiğindeki insanları ve atları sorar? Cevap olanca çıplaklığıyla devasa romanın yolunu açar. “O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler ve gittiler..,”
Evet galiba modern zamanların şehirleri dediğimiz böyle bir serencam yaşıyor. Şehrin yeni “hemşehrileri” üzerinden bir şehir algısı hayata / hayatlara yön veriyor artık. İyi ki şehirlerin o yeni “hemşehriler”i de var.
Geriye kalansa Tanpınar’ın dizesindeki “bir rüyadan arta kalmanın hüznü”. Ya da bir kitaba ad olduğu gibi; “bin hüzünlü haz”dan apartılmış yas...