Henüz adı konmamış, tanımlanmamış, neye, nasıl evrileceği kestirilemeyen durumla ilgili ne kadar haber, yazı, analiz, yorum varsa mümkün oldukça hepsini takip etmeye gayret ediyorum. Elimden geldikçe yapılan konuşmaların, haberlerin, öne çıkan yazıların içeriğinden çok kullanılan dilden, ortaya konan seviyeden, olup bitenleri anlamaya çalışıyorum. Sanırım ne olup bittiğinin ipuçlarını iktidara yakın, iktidar tarafından servis edilen kulis bilgileri işleyen medyanın pek maharetli gazetecilerinden, yazarlarından, hemen her konuda pek uzman yorumcularından, kullandıkları dilden yaşanan durumu anlamak daha kolay olsa gerek. İktidarın önde gelen kalemşörlerinden, kulis bilgisinin topluma boca edildiği kaynakların başçavuşluğuna atandığı belli olan gazeteci kılıklı zatın verdiği kulis bilgisine göre, partisinin ileri gelenleriyle İmralı’yı konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ev hapsi, mev hapsi diye bir şey yok. Adamın kendisi de çıkmak istemiyor. Bunlar nereden çıkıyor? Af diye bir şey yok. Bebek katiline af yok” demiş. Bu bilgiyi okuyan, uzun yıllar özel harbin emrinde mesai yapan savaş medyasının efsane gladyatörü Ertuğrul Özkök patentli, kökü iftira olan bir habere dayanan bu üsluba muhatap olan hangi fani, “İyi şeyler olacak…” beklentisine girebilir, geçmişin muhasebesini yapıp geleceğe dair yeni bir sayfa açabilir? Bilen varsa söylesin…
*
Adı lazım olmayan bir televizyona katılan bilmem ne profesörü, barış sürecinin önemli simalarından eski bir siyasetçiyi izliyorum. Gündem yine İmralı, Kürtler, adı konmamış yeni süreçle ilgili durum değerlendirmesi yapılıyor. Gazeteci kılıklı adam, “Öcalan ev hapsine çıkmak istiyor galiba” diye soruyor, bakan olma beklentisi ile temkinli konuşan deneyimli siyasetçi soruya, “Sen olsan istemez misin” diye soruyla soruya cevap veriyor. Gazeteci kılıklı adam, oldukça insani olan karşı sorunun karşısında afallıyor, “Belki istemiyor” diyor, diyebiliyor. İki örnekten de anlaşıldığı gibi belli ki yandaşlara gönderilen talimat çözüm eksenli değil, İmralı’yı itibarsızlaştırma odaklı. Binlerce insanın hayatına mal olmuş, binlerce yaşam alanının yok olmasına, milyonlarca insanın yerini yurdunu terk etmesine neden olmuş olan ağır çatışmalı sürecin taraflarından birinin lideri ile ilgili soru sorulurken yada kulis aktarılırken içine düşülen çukur, seviyesizlik, laubali hal mide bulandırıyor, daha fazla tahammül edemiyorum, ekranı kapatıyorum…
*
Yandaş yada bilmem ne basınının kökleri çok derinlere gidiyor, borazancı başı olarak hazır kıta bekleme, her şart altında iktidarcı olma, demokratik değerlere karşı durma halleri çok iyi biliniyor. Osmanlı dönemi bir yana, Cumhuriyet tarihi boyunca hakkıyla görevini yerine getirmiş, devletten çok devletçi, askerden çok askerci bu basının, özgürlük, hak, hukuk, eşitlik, halkların barışı gibi bir sorunu hiç bir zaman olmadı. Şeyh Said Diyarbakır’da, Seyid Rıza Elazığ’da çakma mahkemelerde yargılanırken, meydanlarda asılırken, Zilan’da çoluk çocuk, kadın yaşlı denilmeden katliam yapılırken, Sefo deresinde 33 sivil Kürt kurşuna dizilirken, yakın dönemde ise Özel Harekat Polisi Ayhan Çarkın’ın beyanından gerçek katillerini öğrendiğimiz Pınarcık köyü katliamı yapılırken özellikle de zekası pek parlak olmakla nam salmış duayenleri Ertuğrul Özkök ve öncüllerinin “Bebek katili” yaftasını Kürtlerin boynuna geçirebilmek için attığı manşetlerden, kullandıkları çatışmacı dillerinden, gazetecilikte seviye bırakmayan üsluplarından bu basını iyi tanıyoruz, geçmişlerini de bugünlerini de çok iyi biliyoruz. Sözün kısası Şeyh Saidleri, Seyid Rızaları asanların, Zilan katliamını yapanların, Sefo deresinde sivilleri kurşuna dizenlerin, ısrarla “bebek katili” yaftasını Kürtlerin boynuna geçirmek isteyenlerin, sabah akşam gömme, tepeleme, yok etme siyaseti yapanların aklıyla, zikriyle barış gelmez. Niyet kötü değil ise bir an önce bu dilden, Kürtleri coğrafyadan silip süpürme aklından, bir de uydurma gerekçelerle belediyeleri kayyımlama siyasetinden vazgeçilsin. Barışın gelmesi bir yana, bu dille, bu niyetle barış, marış hayal bile edilemez...