Boşanma, insanın evlilik kurumuyla birleştiği insandan ayrılması olarak bilinir. Birleşme sevinciyle bir araya gelen çiftler, bir süre sonra birbirine düşer, zorluklar yaşar, tartışır, çatışır, şiddet görür. Savrulma içinde olan İlişkiler; zayıflar ve çoğunlukla ayrılıkla sonuçlanır. Geleneksel evliliklerde ise bu süreç daha fazla uzar. Yuvanın yıkılmaması adına, birbirinin kahrını çekerek yola devam edilmeye çalışılır.
Hayatı Zorlaştıran Algılar
Hayatı zorlaştıran algılarımızdır. Nasıl bir algı içindeysek, öyle yaklaşır, öyle tutar, öyle dokunur ve öyle ilişkileniriz. Algılarımız hayatı böler, bizleri çatışma içine sokar ve sürükler. Yaşam, algılarımıza göre şekil aldığından, algılarımızla örülü bir yaşam inşa ederiz. Bu algılarımızın dünyasıdır. Bu dünyanın içinde yaşamın tadını almak çok zordur. Bir örümcek gibi ağlar oluşturur algı. Bu ağlar çepeçevre sarar bizleri ve çevremizi. Bu gerçeği göremediğimizden, ördüğümüz bu ağlara yakalanırız. Oluşturduğumuz ağ içinde çırpınmaya başlarız. Her çırpınış nefesimizi keser, ruhumuzu daraltır ve bizleri boğmaya başlar. Sonuç; oluşturduğumuz ilişkiden kaçmak ve boşanmaktır. Boşanma, geçici bir sevinç yaratır. Oyunun esası görülmediğinden, yaşadığımız anları özgürlük sanır insan. Bu geçici durum bittiğinde, içsel esaret daha fazla gün yüzüne çıkar.
Boşanan İnsan Neye Sığınır veya Sarılır?
Yaşadığı esaretten kaçmaya çalışan insan, bir başka esarete savrulur. O ana kadar mutsuzluğu bir çok yönüyle deneyimleyen ve bunu atlatamayan insan eşinden ayrıldıktan sonra varsa çocuklarına, yoksa daha farklı noktalara tutunarak yaşamaya başlar. Aslında bu, bir esaretten başka bir esarete geçmektir. Bir yerlere tutunarak özgürleşemeyiz. İçsel boşluklarımıza birilerini alarak, birilerine koşarak, farklı eğlence alanları açarak ya da daha değişik oyunlar kurarak mutlu olamayız. Bu yaklaşımla kendimizi bulamayız. Stres ve kaygılardan kurtulamayız. Tam tersine daha fazla yaşamı daraltan, ilişkileri boğan, paylaşımları sığ hale getiren konumda kalırız.
Gerçek Boşanma
Boşanmanın özlü hali, insanın kendini görmesi ve içinde biriktirmiş olduğu ağlardan kurtulmasıdır. Kendinden boşanan insan, özgür olur. İçsel esaretinden boşanmayan insan, nerede yaşarsa yaşasın hep bir boğuntu içinde kalır. Boğuntunun esas kaynağını görmeyen ve bilmeyenler, bunun neden ve kaynağını dışta arar. Dışın etkisinde kalıp, oyunu bu şekilde kuran insan, bununla baş edemeyince, bundan ayrılmak ister ve boşanma kararı alır. Her ne kadar boşanma süreçleri yaşayıp, fiziki ayrılıklar yaşansada, geçici bir sevinç sürecidir bu. Bu geçici süreç, insana yapay bir özgürlük alanı açar. Bir süre bunun mutluluğunu yaşayan insan, gerçeklerden kaçamaz ve onunla başbaşa kalır.
Hayatı Dolu Dolu Yaşamak
Kendinden özgürleşip, içsel esaretini terk eden insanlar, hayatı dolu dolu yaşar. Kendinden özgürleşmek, içsel birikimlerinden boşanmaktır. İçsel birikimler, kaygılar, öfkeler, hırslar, alışkanlıklar, koşullanmalar yani yaşadıklarımızla oluşturduğumuz birikim, alışkanlık ve kalıplardır. Boşanmak bunlardan soyunmaktır. Bundan boşanan insan, özgür insandır. Mutluluk bununla gelir. Sevgi bununla oluşur. Yaşam bununla anlam kazanır. Aşk bu bütünlüktedir.
Birlikte Yaşamak Bir Zorunluluk Değildir
Gerçek birliktelik, kendinden özgürleşmiş insanla mümkündür. Kendi olan insan, hayatla iç içe ve dolu dolu yaşayandır. Aynı yaşam frekansında olmayan, bu sevgi bütünlüğüne girmeyen, anlam seviyesinde buluşmayan herhangi bir insanla bir arada olmak zorunda değiliz. Yaşam ve sevgiyi oluşturmayan geriliklerimizden boşanmak, bizimle aynı anlamsal seviyede olmayan insanla boşanmayı getirir. Bu gerçek bir özgürlük ve anlam yürüyüşüdür. Kendi ağırlıklarından, olumsuz birikimlerinden, boğucu ağlarından boşanmayan bir insan, kurmuş olduğu ikili ilişkilerden boşansa bile bir anlam ifade etmez. Sadece geçici bir rahatlama oluşturur. Bu bir sevinç yaratabilir. Ama geçicidir. Bunu görmek,, kendimize dönüp, kendimizden boşanarak gerçek bir özgürlük sevinci yaşamalıyız. Boşanmanın özlü sevinci budur.