Bazı tepkiler vardır ki zamanlama itibariyle dışa vurmaz, kendi içinde büyür. Bazı tepkiler ise zaman-mekân tanımaz, geriye dönüşü mümkün olmayan olaylar karşısında anında yansır, karşılığını bulur. Bazen de olaylar o kadar karışık-karmaşıktır ki, nasıl ve ne şekilde tepki koyacağınızı bilemezsiniz. Ancak, şiddete dönüşmeden demokratik anlamda verilecek her tepkinin gecikmeli de olsa mutlaka bir karşılığı ve haklılığı vardır.
AKP iktidarının 14 yıllık yönetim biçimini benimseyenler kadar benimsemeyenlerin koyduğu tepkiler, 15 Temmuz akşamından itibaren farklı bir boyutta seyretmeye başladı. Eleştiri ve tepki hakları saklı kalmak kaydıyla ülkenin içine sürüklenmek istendiği ‘iç savaş’ ihtimaline karşısında tavır almak gibi bir durum çıktı ortaya.
Suriye’deki gibi ‘iç savaş’ ortamını yaşamak istemeyen toplumun tam da bu noktada PKK’den beklentisi, silahlı eylemlerini bırakması ya da ara vermesiydi. Darbe girişimi akşamı ve devamındaki birkaç gün çatışmaların olmaması, silahlı eylemlerden uzak durulması toplumun beklentilerine cevap verecek nitelikteydi. Ancak, bu devam etmedi, PKK kanadından silahlı eylemlerin yanı sıra bombalı eylemlerin şiddetlenerek devam etmesi, huzur arayan yurttaşın günlük yaşamının yanı sıra gelecekle ilgili kaygısını artırdı.
Özellikle son bir hafta içinde Kızıltepe ve Diyarbakır’daki bombalı eylemlere yönelik ‘iç tepki’ler çok yoğun. Bu tepkiler sadece ülkenin Batısından değil, Diyarbakır’da, Mardin’de, özetle bölgede yaşayan yurttaşların da yoğun tepkisini alıyor.
Neden sorusunun cevabını bombayı patlatanlardan, onları organize edenlerden alamasak da, ‘İç tepki’ler, herkesin kendini muhtemel patlamaların potansiyel kurbanı olabileceği kaygısını da içinde barındırıyor.
‘İç tepki’ ler, PKK’nin gerçekleştirdiği bombalı eylemlere yönelik. Vatandaş bu eylemleri kabul etmiyor, birebir görüşmelerde sert tepkilerini dile getiriyorlar. Henüz toplumsal bir tepkiye dönüşmedi, bombalı eylemlerin, ölümlerin artması halinde ‘İç tepki’ lerin dışa vurması, alanlara yansıması uzak bir ihtimal olarak görünmüyor.
Çatışma ve bombalı eylemlerin AKP iktidarının anti-demokratik uygulamalarının karşılığında geliştiğini savunanlar da var. Ancak, bu savunma toplu katliamlara meşruluk kazandırmıyor. Birilerinin anti-demokratik uygulamalarına karşı verilecek cevap, toplu katliam yöntemi değil.
Demokrasiyi, insan hak ve özgürlüklerini savunanların savunma biçimlerinin demokraside ısrar olduğu gerçeğini gözden kaçırdığımızda, ortaya ‘kan davası’ gibi bir durum çıkar ki, böyle bir durum özgürlük ve hukuk mücadelesinin dışındadır.
Özetle; Hiç kimse muhtemel bombalı bir eylemin potansiyel kurbanı olmak istemiyor.
O nedenle; ‘İç tepki’ büyük, dış tepki kapıda, alanlarda toplu açık tepkilere dönüşmek üzere.