Okunan bir kitap bazen insana bir yazı yazdırır.
Kitaplığımda okunmayı bekleyen Bölünmenin Acısı(*) kitabını elime alıp okumaya başlayınca aynı şey başıma geldi ve bilgisayarın başına geçtim bu yazıyı yazmaya başladım.
Pusulası bozulmuş zamanımızda bölünme olayını ve Bölünmenin Acısı kitabını anlatmanın bir faydası olur mu, bilemiyorum. Ama umudu elden bırakmayıp yine de anlatmaya çalışacağım.
Bilinen bir şeydir, bölünmeyi kolay kolay kimse arzu etmez, ama gerçek hayatta bölünmeler/ayrılmalar sıkça yaşanır. Aileler, toplumlar, şirketler, kurumlar, siyasi oluşum ya da partiler, dini oluşum ya da mezhepler, en yakıcısı da ülkeler bölünmeden çoğu kez nasiplerini alırlar.
Geçmişte, siyasi olarak sınıfsal ya da ulusal temelde birleşmeler amaçlanırken çoğu zaman yüksek beklentiler içinde olundu; arzulanan ve hayal edilen birliklerin gerçekleşeceği düşü görülmeye başlandı.
Bunlardan önemli bulduklarımdan bir kaçını anmanın yararlı olacağını düşünüyorum.
Kapitalizmin gelişimi ve yükselişi döneminde “Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin”; kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de “Bütün Ülkelerin İşçileri ve Ezilen Halkları Birleşin” şiarı haykırılarak, büyük bir hedef belirlendi: SÖMÜRÜSÜZ BİR DÜNYA. Bu hedefe temel oluşturan düşünce kapitalist emperyalist ülkelerde hayalet gibi dolaştı. Her yerde hürriyet ateşleri yakılarak coşkulu türküler söylendi, kızıl yıldıza selam duruldu. Sosyalizm için sosyalistler ve devrimciler inanarak mücadele ettiler, ama bir ütopya olarak sosyalist/sömürüsüz bir dünya gerçekliğe dönüşmedi.
Kapitalist ve emperyalist ülkelerin dışında yer alan Çarlık Rusya’sında gerçekleşen 1917 Ekim Devrimi umutları yeşertip yükseltti, devrim sonrasında birçok cumhuriyetin birleşmesiyle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) kuruldu. Ama olmadı, SSCB geride sancılı sorunlar bırakarak 74 yıl sonra 1991’de tarihe veda edip dağıldı, her cumhuriyet kendi yolunda gitmeye başladı.
Ortadoğu coğrafyasında ise ulusal bağlamda bir Arap Birliği hedeflendi. Zamanın Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır’ın girişimleri sonucu, 1958 yılı başlarında, Mısır ve Suriye, Birleşik Arap Cumhuriyeti adı altında birleşti, ama 1961 yılında Suriye’nin birlikten çekilmesiyle Birleşik Arap Cumhuriyeti’nden geriye bir şey kalmadı. Birlik arzulanırken ayrılık Arapların kaderleri oldu.
Kürtlerin kaderine ise başkaları tarafından bölünüp parçalanma düştü. Kürdistan, tarihsel süreç içerisinde Kürtlerin iradeleri dışında, güçlü emperyal devletlerin dayatması sonucu üç kez bölündü. Birincisi, 17 Mayıs 1639’da Safevî ve Osmanlı Hanedanlıkları arasında yapılan Kasr-ı Şirin Antlaşmasıyla; ikincisi, 10 Şubat 1828 tarihinde İran ve Çarlık Rusya’sı arasında yapılan Türkmençay Antlaşması sonucu İran tarafından Kürdistan’ın bir kısmının Rusya’ya bırakılmasıyla; üçüncüsü ise, Birinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan Lozan Antlaşmasıyla gerçekleşti ve sonuçta Kürtler/Kürdistan toplamda dört parçaya bölünmüş oldu. En büyüğü olan kuzey parçası Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde, güney parçası Irak, doğu parçası İran, batı parçası da Suriye sınırları içinde kaldı.
Bugün, günümüz dünyasında eyaletlerden oluşan ABD, Almanya, İsveç, İsviçre gibi ülkeler şimdilik bir arada yaşamanın iyi örnekleri gibi görünüyorlar. Ama İspanya’nın Basklılarla, Fransa’nın Korsikalılarla, İngiltere’nin İrlandalılarla ve başka halklarla başı dertte. Bir üst birlik olan Avrupa Birliği (AB) ise sıkıntılı günler yaşıyor.
Yine birer üst birlik olan Arap Birliği, Afrika Birliği (AfB) ve Güney Amerika Ulusları Birliği (UNASUR) gibi örgütlerin ise sadece adları var. Uluslararası arenada hemen hemen hiçbir ağırlıkları yok, bildiri yayınlamaktan başka.
Hem birleşmeler hem de bölünmeler sancılı oluyor ve hiç de kolay değil. Bölünme gerçekleştiğinde çoğunlukla acı şerbet içiliyor, ama bazen tatlı şerbeti içenler de oluyor. Tatlı şerbeti içenlere, yani siyasi bölünmeyi barışçıl bir yolla gerçekleştirenlere en iyi örnek Çekoslovakya’nın bölünmesidir. Çekoslovakya, 1 Ocak 1993 tarihinde barışçıl bir şekilde, karşılıklı anlaşarak Çek Cumhuriyeti ve Slovakya adında iki ülkeye ayrıldı. Bu olay “Kadife Boşanma” olarak adlandırıldı. Bildiğim kadarıyla yakın zamanda Çekoslovakya dışında gerçekleşen tüm bölünmeler acılı, sancılı ve kanlı olmuştur.
“Kadife Boşanma”dan şu sonucu çıkartabiliriz: Eğitimin, kültürün, refahın yüksek olduğu toplumlarda ayrılmalar/bölünmeler daha sancısız, kansız ve medenice; fakirliğin, yoksulluğun, cehaletin, milliyetçi hezeyan ve dini bağnazlığın olduğu toplumlarda ise çok çatışmalı, kanlı ve şiddetli olmaktadır.
Kıbrıs, Filistin, Kore, İrlanda ve Yugoslavya’yı şiddetin eşlik ettiği bölünmelere örnek verebiliriz.
Şiddetin eşlik ettiği kanlı bölünmelerden/ayrılmalardan biri de 1947’de Pakistan’ın Hindistan’dan, yani bir anlamda Müslümanların Hindulardan ayrılmasıdır. Bu ayrılmanın ardından Pakistan’ın kendisi de sonradan bölünmeyle karşı karşıya kaldı. 1971’e kadar Doğu Pakistan adıyla Pakistan’a bağlı kalan Müslüman Bangladeşliler, 26 Mart 1971’de Müslüman Pakistan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etti ve Bangladeş Halk Cumhuriyeti’ni kurdu. Ama sular durulmadı, “bölünmenin acısı” sürüyor. Keşmir’de kan akmaya devam ediyor hâlâ.
(Devamı haftaya…)