Eskiden böyle miydi Diyarbekir?
Eskiden çok güzeldi Diyar-ı Bekr...
Ne güzel adetlerimiz vardı Diyarbekir’de...
Kısacası biz çok mutluyduk eskiden Diyarbekir’de...
Peki eskinin güzelliklerini, güzel adetlerimizi, mutluluklarımızı siz biliyor musunuz? Nasıl bileceksiniz ki biz yaşı 40’ın üstünde olanlar anlatmaz ise...
Gelin bugün hep birlikte 50 sene öncesinin Diyarbekir’inde Mayıs aynının bir gününe isterseniz 1 MAYIS’a gidelim...
- Qız boynın qopmîya sen hele yatîsan. Xaxlar tezden qaxtî hêwşî yıxadî, qastaldan teneke teneke su daşıdî, daşraya döktî, küçe qapîsının ögünî süpürdî sen hadır yatîsan. Yüzüme qara, bu qız başımda kalacax.
- Vî ana, bi günî bıraxmadın ki ben bahan ha bu yataxtan rexetlıxtan qaxam. Ha o bunî yapmiş, ha bu bêle yapmiş bahan nessi el’elemden.!
- Pişt dêmişsen o dilli düdük bibin burnundan düşmîşsen. Cevap vermaxtan üsten yoxtır Wallah Billah!
- Êyiki de bibime çekmişem, bax bibim ne rexet êdi kocasının evinde.
- Tamam anam tamam, ben vaz geştim çekişten. İster qax, ister qaxma, sen bilîsen. Ben işleri bitirdim zatani. Çıxari çıxınınî da hazır ettim. Hadır çarşafımî bağlîyam o yola düşîyem.
- Vî vî ben unutmîşam ana! Dogrî ya bugün bahar bayramîdır. Böceklığa gidecağıx. Anama qurban oluram ben, ha qaxtım işte. Şimdi ben de gêyiniren. Ver elin öpem ana.
- Gêt ordan çıllaqa, elin tez tut, qomşilardan barabar yola düşax.
- Ana qırmızi ’enterimî gêyîyem ha. O xoştır.
- Ne gêyîsen gêy ama orda xanım xatun olasan belki bî qısmet çıxar sahan. O çırtik qızlar gibi hoplamîyasan, atlamîyasan. San sahan tentenen işlîyesen, yemax vaxtî da xizmet edesen. Oğlan analarının gözî qızların üstündedir. Unıtmîyasan!
Eski Diyarbekir’de bahar ayları güzel geleneklerimizin uygulandığı aylardı. Çemçegelin gezdirme, Newroz, Renkli Yumurta Şenlikleri, 1 Mayıs Şenlikleri, Cigaret (Hıdırellez) Şenliklleri bu geleneklerimizden bazılarıydı.
1 Mayıs'larda genelde Böceklik denen mesire yerine giderdik. Böceklik, Urfa Kapı’dan çıkınca solda Ermeni Mezarlığı ile Şayak Fabrikası’nın arasında kalan mesire yeriydi. Böceklik’te her biri erişkin bir insanın iki koluyla kucaklayacağı büyüklükte, gökyüzüyle kucaklaşan kocaman kocaman sayısız dut ağaçlarıyla dolu, gün ışığının kıt olarak yeryüzüne düştüğü çok güzel bir mesire yeriydi. Bu ağaçların yemyeşil yaprakları arasında ipek böcekleri yuvalanırdı. İşte bu yüzden buraya Böceklik adı verilmişti.
Hazırlıklar akşamdan başlardı. Evin erkeği çıxarida pişirilecek yemeğin kararını verir ona göre alış verişini yapar, evin hanımı da pişirilecek yemek için akşamdan eti, ciğeri doğrar hazırlardı. Sabahın erken saatlerinde yemek malzemelerimizi, kapkacaklarımızı, minder ve kilimlerimizi çıxınlara doldurur, güneşin yakıcı sıcağı bastırmadan çıxarî çıxınlarını kollarımıza takıp kapkacak orkestrasının şangır şungurtusuyla Böceklığın yolunu tutardık. Kilimlerimizi kaptığımız ağaç diplerine serer, annelerimiz yemek hazırlığına başlar, kebap yapılacaksa erkeklerde ocak veya mangal işleriyle uğraşırdı. Biz çocuklar da su taşırdık. Gençler ise top oynar, ip atlar, terlik papuç oynardı. Nenelerimiz de genelde salıncak kurarlardı küçük çocukların sallanması için. Bazen de ağaçların yüksek dallarına büyükler için salıncaklar yapılırdı. Bu salıncaklarda sallanan genç kızlar ve erkekler birbirlerine kaş- göz, işve-naz yaparlar. Hatta aralarında anlaşmayı sağlayanların oracıkta karaladıkları mektuplarını taşımak da biz çocuklara düşerdi...
Ekşili dolma, meftune, bellox, nergizleme, kebap pişirir, pişirdiklerimizden birbirimize komşî kabî denen yemek alış verişi yapardık. Ayrıca belediye tarafından organzie edilen bir gelenek de vardı. Ocaklar kurulur nıkralarda gövde gövde etler pişer, et suyunda bulgur veya pirinç pilavı yapılır, fakir fukara doyasıya yer ve gönüllerince eğlenirlerdi.
Asıl eğelence öğlen yemeğinden sonra başlardı. Yemek sonrası hanımlar toplaşır, el işi yapar ve birlikte sohbet eder bazen de dedikodu yaparlardı. Biz çocuklar papatyalar toplar, papatyalardan taclar yapar başımıza takardık. Genç kızlar da kolkola gezer, papatyalardan fallar bakar, gönüllerince eğlenirlerdi. Papatyalardan fallar bakarlardı ’seviyor-sevmiyor’ diye. Delikanlılar da kızları uzaktan uzağa takip eder hatta iddiaya girerlerdi.
- Bahan bax oğlım, o saçî uzun qız var ya, işte o benimkidir. Baxmîyasız ha!
- Dê gêt ordan çulsız o qız sahan baxar hêç! Onın gözî yuxarîlardadır.
- İnan mîsız degil?
- Yox, eğer ki o qız seninkise gêt ona sevdığın söle, inanax.
- Tamam, gösterirem size şimdi!
Giderdi bizim saf aşık oğlan sevdiğim dediği kızın arkasından.
- Qız ben seni sevîyem! Sen beni sevîsên sen bilîsen, sevmîsen gene sen bilîsen...
Erkekler de biraraya gelerek çilingir sofralarını açar sazlı-sözlü eğlenmeye başlarlardı ama efendice. Gramafonlar çalınır, şarkılar türküler söylenirdi. Davul-zurnalar, gezici cümbüşçüler, darbukacılar, kemancılar çalar halaylar çekilir, zılgıtlar yeri göğü inletir, bahşişler havalarda uçardı adeta.
Gün batımında yine kollarımızda daha hafifi çıxarî çıxınlarî, kafile kafile şehre akın ederdik günün mutlu yorgunluğuyla çıxarî orkestrasının kulaklarımızda ki aşinalığı şaq-şuq, taq-tuqlarıyla....