Kamer Ağa ne kadar da inanmıştı Osmanlı’ya, ne kadar da güvenmişti koca imparatorluğun küllerinden doğan genç Cumhuriyet’e, öyle ki Dersim’in ulaşılmaz dağlarından alıp getirtmişti yer gök aranan oğlu Fındık’ı, Demenanlı Cebrail Ağa’nın uyarılarına, “Fındık Hafız’ı sağ bırakmazlar Kamer Ağa, yapma, etme, bu zalimlere güvenme, teslim etme oğlunu…” demesine rağmen.
Oysaki koca Osmanlı dara girdiğinde, hele ki Ruslar Sansa Boğazı’nı geçip Erzincan’ı aldığında, yedi düvel gelse bile geçilmez sanılan Şevdin’in dik yamaçlarını aşıp Pülümür’ün kapısına dayandığında gönlü hiç razı gelmemişti yan gelip yatmaya Kamer Ağa’nın, diğer Dersimli tüm ağalar gibi onun da uykusu kaçmıştı, öfkesi kabarmıştı, eli silah tutan ne kadar erkek varsa Yusufanlı, hepsini toplayıp gitmişti cepheye, gece gündüz demeden ölümüne savaşmıştı Yoncalık önlerinde, Mamahatun’da ise varını yoğunu ortaya koymuştu, hatta bedenini siper etmişti koca dağlara bile aman vermeyen Rus mitralyözlerine, öyle ki bir adım daha attırmamıştı işgale gelen Ruslara, bilakis püskürtmüşlerdi dev orduyu, “Dersim düşmez, Dersim yol vermez” demişti Şêx Hesenanlı Seyit Rıza, Haydaranlı Hıdır, Demenanlı Cebrail, Kureyşanlı Hasan, Hormekli Bertal ve diğer tüm yiğitler gibi.
Ordu erkanı, Osmanlı Rus harbindeki başarılarından dolayı Kamer Ağa’nın göğsüne koca bir şeref madalyası takmıştı, bununla da yetinmemişlerdi, savaşta yararlılık gösterdiği, dahası genç Cumhuriyet’i canla başla desteklediği için Yusufanlı hısım akrabasının da bulunduğu bir gruba milisbaşı yapmışlardı onu. Artık koskoca bir milis başı olmuş Kamer Ağa, himayesindeki Uhundu köyünde, evini basarken karısı Fatma’ya tecavüz eden subayı vuran Mehmet Ali’yi koruyabileceğini, hatta onu beladan uzak tutabileceğini sanınca ordunun gazabına uğramış. Diklenince de alelacele derdest edilmiş, ardından da Harput’a getirilip zindana kapatılmış. Bununla yetinmemiş yakından tanıdığını, bildiğini sandığı ordu, dağ taş demeden tüm arama ve taramalarına rağmen hiç bir yerde bulamadığı had bilmez Fındık Hafız’ın derhal devletin şefkatli mi şefkatli, merhametli mi merhametli ellerine teslim olmasını istemiş Kamer Ağa’dan. Kendini akıllı sanan, dağların piri bilen Yusufanlı Kamer Ağa, defalarca yaşamını yoluna feda ettiği ordunun bir dediğini iki etmemiş, bir yolunu bulup oğlu Fındık Hafız’ın orduya teslim olmasını sağlamış. Ne de olsa cepheden cepheye yoldaş olduğu ordu erkanını iyi tanıyordu, ordu erkanı da onu biliyordu, dahası Ankara’ya kadar gitmiş Mustafa Kemal’le bile tanışmışlığı vardı, Dersim’in diğer ağaları buna şahittir, arada yanlış bir anlaşılma olmalı, bu da aşılır, üç beş güne kalmaz dinleyeceği bir iki nasihattan sonra affedilir, oğlu Fındık’la serbest kalır, sağ salim köyleri Sağseg’e dönerler.
Öyle olmamış, düşündüğü gibi yaklaşmamış ordu erkanı ona, bilakis ordu, kendi başına buyurganlık yapmış, ona diklenmiş Dersim’in tüm ağalarını toplamaya başlamış, kimini dostane bir konuşmaya davet ederken, kimini akraba ve dost bilinen yakınlarının ihbarıyla bulurken, kimini bitmek bilmeyen baskınlarda kuşatmaya alırken derdest etmeye başlamış, hiç vakit kaybetmeden her birini bir zindana tıkmış. Çok geçmeden kimi darağacına gönderilmiş, kimi zindan edildiği karanlık hücrede kırılmış, kimi ise sürgünde, hiç bilmediği, adını bile duymadığı yaban elinde bir iz bile bırakmadan yok olup gitmiş. Babasının isteği ile orduya teslim olmuş Fındık Hafız, Üsküdarlı Albay İsmail Hakkı Tekçe’yi yaraladığı iddiasıyla Seyid Rıza’yla birlikte Elazığ’ın Buğday Pazarı’nda bir şafak vakti kurulan darağacında, babası Kamer Ağa ise Bizim Aysel’in zindan edildiği Kocaeli’ye yakın komşu şehirde, en son kapatıldığı Bolu Cezaevi’nde, kendi eliyle devlete teslim ettiği çok sevdiği oğluna yapılanların kahrından delirmek üzereyken can vermiş.
Kamer Ağa, Bizim Aysel’in, evet Bizim Aysel Tuğluk’un anne tarafından büyük dedesi olur. Büyük dedesi Kamer Ağa kadar cepheden cepheye koşmamış, ordu erkanıyla işgale gelmiş düşmana karşı omuz omuza savaşmamış olsa bile iki dönem milletvekili olmuş, parti ve kitle örgütlerinde genel başkanlık yapmış, devletin hemen her kademesinden, en tepeden en alta kadar birçok bakanla, başbakanla, cumhurbaşkanıyla, bürokratla tanışmış, oturup kalkmış, memleket meselelerini konuşmuş, etraflıca tartışmış, ortak vatanda buluşmak için canla başla çalışmış olmasına rağmen uyduruk bahanelerle Kocaeli 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne atılmış, daracık nemli, küflü bir hücrede tecrit üstüne tecrit yaşamış. Hele o felçli haliyle onu en zor günlerinde bile yalnız bırakmamış, hep yanında durmuş, sırt çıkmış, yedi yaşından beri ona hem analık hem babalık yapmış dünya güzeli annesi Hatun Ana’nın başına gelenlere eli kolu bağlı rehine haliyle tanık olması, gözlerinin önünde annesinin gömülmeyi vasiyet ettiği Ankara İncek’teki mezarından tanıdığı, bildiği devlet erkanının himayesindeki güruhun zoruyla çıkartılması, iyice kirlenmiş, pis, inanılması zor ama kötülükte dip olmuş beladan kaçırılıp Dersim’e, babaevi Merxo’ya, Elazığ cezaevinde faşist çeteler tarafından vurulan abisi Aytekin’e komşu götürülmesi onu yedi bittirdi adeta, dahası çıldırttı onu, zindanda can veren büyük dedesi Kamer Ağa gibi.
Daha fazla uzatmaya, daha fazla anlatmaya ne gerek…
Neyse ki artık çocuklarından bihaber olmayan, onları yüzüstü bırakmayan, yüzünü başka yere çevirip terk etmeyen, darda bırakmayan, bıçak kemiğe dayandığında ise bedel ödemeyi göze almayı bilen Kürt halkının olağanüstü mücadelesi sonucu aklını tamamen yitirmek üzere olan Bizim Aysel’i, sağ salim aldı zulmün himayedarlarının elinden, her geçen gün daha da kötüleşen, kendine bile yetemez bir halde yaşamak zorunda bırakıldığı o en berbat, o en gayri insani hücreden...
Umarım iyileşir bir an önce Bizim Aysel, umarım kendine yetmeyi, hayatını çekip çevirmeyi öğrenir yine, Bizim Aysel…